Süper yaşlılık elimizde…
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Sağlık ve Sigorta Yöneticileri Derneği (SASDER)’in düzenlediği Sektör Konuşuyor: ‘Sağlıklı Yaş Alma Yolculuğuna Bütüncül Yaklaşım’ başlıklı sempozyuma katıldı. “Sağlıklı Yaşamın Kişiye Özel Niteliği ve Ruhsal Uyum” başlığında sunum gerçekleştiren Tarhan, yaşlanmanın durdurulmadığını ama yavaşlatılabileceğini belirtti. Hastalıkların yüzde 60-70’inin yaşam stiliyle ilgili olduğunu söyleyen Tarhan, insanın beynini orkestra gibi çalıştırması gerektiğinden bahsetti. Sempozyuma aynı zamanda Üsküdar Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Haydar Sur da katıldı. Sur, profesyonel anlayışta paradigma değişikliğinin şart olduğunun altını çizdi.
Wyndham Grand İstanbul Kalamış Marina Otelde düzenlenen sempozyumun açılış konuşmasını SASDER Başkanı Çağatay Çınar gerçekleştirdi.
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın “Sağlıklı Yaşamın Kişiye Özel Niteliği ve Ruhsal Uyum” başlığında yer aldığı “Sağlıklı Yaşam ve Yaş Alma Nedir? Klinik Yaklaşım” oturumunun moderatörlüğünü ise EMPHealth Ceo’su Dr. Cengiz Gül yaptı.
Kritik kelime: Süreklilik!
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, beynin kendi kendini programlama özelliği olduğundan bahsetti. Tarhan; “Bilginin eyleme dönüşmesi için beynimizin çalışma sisteminde parametreler işletilmesi lazım. Birincisi düşünce boyutu var. Düşünce boyutuna duygu boyutu ekliyoruz. Duygu boyutu eklendiği zaman bilgisayardaki enter tuşuna basmışsınız gibi inanış haline dönüşüyor ama bu yetmiyor. Bunu 6 hafta tekrarlarsanız alışkanlık oluyor. 6 ay tekrarlarsanız kişilik oluyor. Yani buradaki kritik kelime kalıcı sürdürmemizle ilgili olması. Eğer 6 ay sürdürülürse beyinde epigenetik değişiklikler başlıyor. Beyin onunla ilgili kalıcı algoritma oluşturuyor, çalışmaya başlıyor. Kişi farkında olmadan yapıyor. Beynimizin kendi kendini programlama özelliği var. Mesela sabah 4’te uçağı var, kalkacağım derse ve kesin inanıyorsa sabah 4’te otomatik olarak kalkar. Beynimiz kalibrasyon yapıyor. Ama kalksam mı kalkmasam mı derse çoğu zaman kaçırır. Beynimiz programlıyor, zihin beyne algoritma yazıyor ve beyin buna uygun çalışıyor. Bunun için sadece mantıksal muhakeme yetmiyor duygusal muhakeme gerekiyor ve bunu da sürekli tekrarlamak gerekiyor. Üç türlü öğrenme var. Birisi ortalama öğrenme bir hata yapar, bir daha yapmaz. İkincisi de akıllı insanların öğrenmesi, başkasının tecrübesinden faydalanıyorlar. Bu çok önemli. Üçüncüsü de bir hatayı yapar, bir daha yapar, bir daha yapar, bir daha yapar bir türlü öğrenemeyen.” dedi.
Hastalıkların yüzde 60-70’i yaşam stiliyle ilgili
Yaşlanmanın durdurulmadığını ama yavaşlatılabileceğini belirten Prof. Dr. Tarhan; “Kişi 90 yaşında ama aynı enerjiyle devam ediyor. Yüzde altmış, yetmiş oranında hastalıklar yaşam stiliyle ilgili. Beslenme stili alışkanlıkları, sosyal ilişkiler, bağlar… Yüzde altmış, yetmiş çok önemli bir rakam. Yani yüzde altmış, yetmişi önleyebilirsek, belki bu alışkanlıkları değiştirebilirsek 10 sene, 20 sene sonra hastalıkların azalma derecesine gideriz. Bu yaşlanma sürecine girmiş Türkiye için önemli. Sağlık Bakanlığı da ciddi politikalar üretmek istiyor. Kısa vadeli, günü kurtaran politikalar değil, orta uzun vadeli politikalar olmalı. Yaşlanmayı durduramıyoruz ama yavaşlatabiliyoruz. Şu anda telomer ömrü, telomer bölünmesi ölçülüyor. Bir sene sonra yeniden ölçülüyor. Normalde şu kadar santim kısalması gerekirken ya da şu kadar mikro kısalması gerekirken senin ise daha az kısalmış oluyor. Burada telomerlerin ne kadar büyüyeceğine bakıyor.” şeklinde konuştu.
Süper yaşlılık mümkün!
Beynini doğru kullanan ileri yaştaki kişilerde “süper yaşlılık” denilen durumun ortaya çıktığını kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Kişi 80 yaşında fakat müthiş zeki, müthiş enerjik, müthiş bir muhakeme gücüne sahip oluyor. Mimar Sinan da en büyük eserini 80 yaşından sonra yapmış” dedi.
“Yapay zekanın ortaya çıkışını nöral networke borçluyuz”
Psikolojik sağlamlığın oldukça önemli olduğunun altını çizen Tarhan; “Burada üç tip insan var. Strese, zorlanmaya maruz kaldığı zaman birincisi tip A insanlar. Bu tip A insanlar sünger gibi. Her şeyi çekerler ve konuşulduğu zaman hep negatifleşme yaparlar. Süngerin özelliği nedir, her şeyi çeker. Bu kişilerde stres çoktur. Negatif düşünce kalıpları çok olduğu için depresif anksiyeteler olur, kaygılar olur. İkinci kişiler bunun tam tersidir. Bu kişiler sünger gibi değil, teflon gibidir. Teflon tavayı biliyorsunuz, kendisi yanmaz ama temas edeni yakar. Bu kişiler sadece kendi çıkarlarını, kendi isteklerini, haklarını, ihtiyaçlarını düşünürler ve çevresindekilere acı çektirirler. Yakın ilişkilerde köle-efendi ilişkisi yaparlar. Bu kişilerin bir özelliği var, sıradan olmaktan korkarlar. Temas edeni yakar ama bir çizildi mi çöpe girer. Şimdi bu kişiler narsistik yaralanma yaşarlar. Ufak bir her şey yolunda giderse iyi gider ama bir istediği bir şey olmadığı zaman ya da sağlığına bir problem olduğu zaman pat diye depresyona girerler. Üçüncüsü de kauçuk tiplerdir. Esner tekrar eski haline döner. Bu kişiler kendilerini geliştirirler. Nöroplastisitesi, beyinlerindeki nöral network gelişiyor. Şu anda yapay zekanın ortaya çıkışını nöral networke borçlu olduğumuzu da söyleyeyim.” ifadelerini kullandı.
“İnsanın beynini orkestra gibi çalıştırması lazım”
Otantik mutluluktan bahseden Tarhan; “Sağlıklı yaşamak için nöropsikolojik olarak birincisi otantik mutluluk. Otantik mutluluk saf, halistir diye düşünülüyor. Mutluluk kelimesini karşılamıyor. Otantik mutluluk Seligman’ın tabiri diyor ki; ‘Her ortamda mutlu olmayı başarabilmek.’ Yani cezaevinde de olsan mutlu olmayı başarabilmek. Kişinin 4 mevsim meyve veren, açan çiçekler gibi olması. Bu şekilde yaşayabilen, her ortamda pozitif duygu durumu, ruh halini yakalayabilen bir kimse. Her tehlikede bir tehdit bir de fırsat boyutu var. Negatif düşünenler krizin tehdit boyutuna odaklanıyor. Onlar hep defansta. Mesela çocuk sınavdan 97 almış anne, ‘Niye 100 almadın?’ diyor. Bu kimse rahat mutlu olamaz. Orta yaşlara geldiğinde ya kalp krizi geçiriyor ya immün sistemi çöker, kanser, atipik hücreler çoğalıyor. O tarz kişiler kendini rahatlatamıyor çünkü insanın beynini orkestra gibi çalıştırması lazım. O kişiler orkestra gibi çalıştıramıyor ama beyin susarsa, devamlı yatarsa ya kazan ya kaybet kuralıyla çalıştığı için o da beyni köreltiyor. Ama beynin bütün enstrümanlarını, bütün alanlarını ince motor beceriler, kaba motor beceriler, dil becerileri, sosyal beceriler, ruhsal beceriler. Mesela otistik çocuklarda bu beceriler çalışır. Bu becerilerle ilgili bütün becerileri çalıştırdığı zaman bir kimse ne oluyor? Beynin bütün networkü çalıştığı için müthiş bir altyapı geliştiriyor.” dedi.
“Negatifi göreceğiz ama ona karşı önlemlerimizi alacağız”
Beyinde hangi alana yatırım yapılırsa o alanın geliştiğine dikkat çeken Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Bir olay geldiği zaman önce negatif bilgiler ve pozitif bilgiler diye ikiye ayırırız. Negatifi de pozitifi de göreceğiz ama pozitife odaklayacağız. Ama polyannacılık da yapmayacağız, negatifi göreceğiz. Negatifi göreceğiz ama ona karşı önlemlerimizi alacağız. Aynı zamanda ümit duygumuzu da kaybetmeyeceğiz. Beyni en çok harekete geçiren duygular var. Bunlar ümit, merak, hayret. Ümit, merak, hayret duyguları varsa bir insanda bu üç duyguyu harekete geçirirse motivasyon oluyor. Ama motivasyon olması için bir insanın ihtiyaç hissetmesi gerekiyor. Birincisi pozitif duygu, ikincisi ihtiyaç hissetmesi. İhtiyaç hissettiği zaman istek uyanıyor. İstek uyanması da kişiyi harekete geçiriyor ve motivasyon oluşuyor. İhtiyaç analizi yani beklenti yönetimini de yapıyorlar. Benim şu anda işte bir sene sonra, beş sene sonra şunlara ihtiyacım var. O halde o ihtiyaca göre benim bir plan yapmam lazım. Mesela kriz çıkacaksa bu kişilerin kriz planları vardır. Yani krizle mücadele etmenin güzel yöntemi krize girdikten sonra krizi yönetmek değildir. Bizim doğu kültürlerinde maalesef krizi yönetmek odaklı gidiliyor. Halbuki krize karşı hazırlık yapılır. Bir insan kriz geldiğinde ne yapacağını bilirse kriz geldiğinde pat pat pat yapar. Krizi en hafif şekilde atlatır. Ama hiçbir konuyu bilmeyen bir kimse beynindeki otomatik öğrenme olgusu olmadığı için hata yapar. Beynin beklentileri, kişisel yönetimleri bu açıdan önemli. Beynimizde neye hangi alana yatırım yaparsak o alan gelişiyor.” şeklinde konuştu.
“Değerler gövdesini değiştirdiler”
Kapital sistemin haz mutluluğuna teşvik ettiğini belirten Tarhan; “Aristoteles; ‘İki türlü mutluluk var.’ demiş. Birisi hedonik mutluluk, haz mutluluğu. Şu an kapital sistem haz mutluluğunu teşvik ediyor. ABD toplumu dopamin toplumu değildir çıktı. Hatta şu anda Amerikan beynini kapitalizm tarafından ele geçirilmesi diye bir endokrinolog kitap yazdı. Lustig isimli. Bu dopamin toplumu olarak yani. Hoşuna gidiyorsa iyidir, hoşuna gitmiyorsa kötü. Değerler gövdesini değiştirdiler. Herkes haz peşinde koşuyor. Çünkü tüket, kazan, tüket, harca sistem istemesi için herkesin haz peşinde koşması lazım. İhtiyacı olmadığı halde alışveriş yapması lazım. İhtiyacı olmadığı halde daha çok para harcaması, alım lazım. Tüketerek tüketim üzerinden üretimi arttıran bir sistem. İkinci mutluluk da ‘Hedonik mutluluk, ödomanik mutluluk.’ diyor. O da anlam mutluluğu. Anlam mutluluğunda kişinin böyle yaptığı işte derin, güçlü anlamlarını düşünmesi gerekiyor. Düşündüğü zaman her olaya bir anlam yüklediği için anlam mutluluğu, bu anlam da serotonini beyinde birden salgılamıyor, yavaş yavaş salgılıyor. Yani öğrenmeyle salgılanıyor. Onun için antidepresan ilaçlar serotonini birden arttırmazlar. İki hafta, üç hafta içinde arttırırlar. Serotonin mutluluğu için de anlam mutluluğu gerekiyor. Haz mutluluğu değil. Bunun da artık nörobiyolojik karşılığı bulunduğu için şu anda büyük bir şey yaşıyor. Bu haz odaklı felsefe sarsıldı.” ifadelerini kullandı.
Derin ama anlamlı sosyal bağlar önemli!
Modernizmin yüzeysel bağları teşvik ettiğine dikkat çeken Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Maslow hiyerarşisinin en tepesine kendini gerçekleştirmek diye koyuyoruz. Maslow vefatından önce onun en tepesini değiştirmiş. 2017’de bir yayında çıktı bu kapital sistem yayınlamamış. 2017’deki yayında, insanın kendini gerçekleştirmesinden sonra psikososyal ihtiyaçların en tepesinde self-transcendental ihtiyaçlar vardı. Başka adı da spiritüel, manevi ihtiyaçlar. Kendini aşabilen insanlar başkalarını mutlu ettiği zaman kendileri mutlu oluyorlar. Ve bunu Harvard’ın son bir çalışması da doğruladı. Harvard’ın 75 yıllık bir çalışması. Harvard 1938’lerde öğrenciler arasında bir çalışma başlatıyor. Bir de yoksul kısmından 750 kişi kadar alıyorlar. 75 yıl takip ediyor ve sonra yayınlıyorlar. Yani kimler uzun ömürlü, sağlıklı, mutlu oluyor diye bakıyorlar. Zengin olanlar, güçlü olanlar, makam sahibi olanlar, her taraftan iltifat görenler, alkışlananlar filan gibi bekleniyor. Fakat tam tersi sonuç çıkıyor. Derin, güçlü, anlamlı sosyal bağları olanlar 80 yaşını geçmiş. Derin ama anlamlı sosyal bağlar önemli. Modernizm de yüzeysel bağları teşvik ediyor. Halbuki derin, güçlü bağlarının olması yakın ilişki ve yaşantılarla özeldir. Bunlar insanın güven ilişkisinin olduğu bağlar. Bu bağları ne kadar güçlü tutarsak, en büyük yatırımı kendimize yapmış oluruz.” dedi.
“Nedeni olmayan bilgi beynimizin çöpüdür”
Müfredatta muhakkak sağlık tıbbının da öğretilmesi gerektiğinden bahseden Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Biz sağlık tıbbı eğitimi almıyoruz. Müfredatta muhakkak sağlık tıbbının da öğretilmesi gerekiyor. Bunun bir örneği var. Özal’ın ameliyatını yapan Türkiye’deki, dünyadaki bypassın babalarından birisi. 90 yaşlarında ‘Nasıl kalp hastası olunmaz’ diye kitap yazıyor. ABD’de bu kitap 3 milyon satmış. Onun üzerinde ona bir röportajda; ‘Bu kitapla ilgili görüşleriniz nelerdir? Keşkelerimiz var mı?’ diyorlar. O da; ‘Şimdiki aklım olsa bu kitabı 35 yaşında yazardım. Birkaç milyon kişinin hasta olmamasına katkı sağlamış olurdum.’ diyor. Yani kalp hastası olmaması için çalışmak. Hekimlere, sağlıkçılara bunu öğretmemiz lazım. Üç kelime var: ‘Kim söyledi? Ne söyledi? Neden söyledi?’ Bu üç kelimeyi anlamadan beyin onu anlamlı bilgiler dosyasına kaydetmez. Yani böyle kulaktan dolma olmuyor. Nedeni olmayan bilgi beynimizin çöpüdür. Kolayca unutulur. Ama neden varsa beyindeki o mantıksal çerçeveyi rasyonalite kazanıyor. Rasyonalite kazandığı için beyin onu kalıcı bilgiler dosyasına atıyor. Yanlış veya doğru ama bir nedenle birleştirmek gerekiyor. ABD'de sigara içiminde ilk başta inanmayan hekimleri inandırdılar. Daha sonra ABD sigarayla ilgili başarıya erişiyor. Bu yüzden bizim önce sağlıkçıları inandırmamız lazım.” şeklinde konuştu.
Daha sonra ilk oturumun devamında Üsküdar Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Haydar Sur da “Sağlıklı Yaş Alma ve Yaşlı Bakımına Sağlık Politikaları Açısından Yaklaşım” başlıklı sunum gerçekleştirdi.
Prof. Dr. Haydar Sur: “Profesyonel anlayışımızda paradigma değişikliği şart”
Sağlığı korumanın oldukça önemli olduğundan bahseden Üsküdar Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Haydar Sur; “Profesyonel anlayışımızda paradigma değişikliği şart bir defa. Bu paradigma değişikliği hastalığa, hastalığın teşhisine ve tedaviye odaklı olmaktan çıkıp elde Allah tarafından insana bahşedilmiş olan sağlığın cevherinin korunmasına ve bozulduğu zaman bir daha yüzde 100 dönüşlü olamayacağı bilincine dayanması gerekir. Sağlığı koruma açısından düşündüğümüzde bugün için zorluklarımız neler? Besin endüstrisi. Değil mi? Fruktozlu besinler, çikolatalar, şunlar, bunlar. Reklamların yüzde 90'ı sağlığı yerle bir eden beslenme unsurlarıyla dolu. Fiziksel aktivite alanlarının olması, olmaması çok da önemli değil. Ben onu takmıyorum. Evde sadece koltuğa ve sandalyeye bir de duvara dayanarak harika pilates hareketleri yapabilir bir insan. Bu sadece sağlıkçıların altından kalkacağı bir sorun değil, öncelikle bunu bilmemiz lazım.” ifadelerini kullandı.
“Esas amaç bireyi bağımsız kılmak”
Yaşlıların sağlık hizmetlerine erişebilir olması gerektiğinin altını çizen Sur; “Sağlıklı yaşlanma sadece hastalanmadan yaşlanmak değildir. Bu vardır evet ama esas amaç burada bireyi bağımsız kılmak. Kimsenin yardımına ihtiyaç duymadan kendini götürebilmesi ve yaşam kalitesini düşürmeden bunu yapabilmesi anlamına geliyor. Uzun süre bunu koruyabilmek. Bu yaklaşım yaşlı sağlığını sadece biyolojik değil, çoğumuz bunu biyolojik bir şeymiş gibi anlıyoruz. Bunu düzeltmek lazım. İşlevsel ve sosyal bir bakışta ele almamız lazım. Yaş alma ve yaşlı sağlığı. Ben yıllar önce bir yerde okumuştum. Yaşlılığın iki boyutu vardır. Bir biyolojik yaşlanma, bir de öğrenilen yaşlanma diye. Belli bir yaştan sonra en az bir kronik hastalık, akıbeti var. Bunun üzerine ikincisi eklenmesin, komplikasyon eklenmesin, uzun süre hastalık yönetimiyle bağımsızlığını korusun filan sağlık hizmetlerinin sıklığı tek. Bu süre değiştikçe değişiklik arz ediyor. İşte burada sağlık hizmetlerine yaşlının her zaman erişilebilir olması çok önemli. Aksi takdirde burayı yönetemezsek diğerlerinin bir kıymeti maalesef kalmaz.”
Fotoğraf: Berat Yavuz