Sessiz, kuzu gibi duran ergenden korkun!

12 - Sorumlu Üretim ve Tüketim16 - Barış Adalet ve Güçlü Kurumlar17 - Amaçlar İçin Ortaklıklar3 - Sağlıklı ve Kaliteli Yaşam

Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Sakarya Valiliği ve Sakarya İl Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından düzenlenen ‘Sakarya 3. PDR Günlerine katıldı. “Ergenlik Sorunları” başlığında eğitimcilerle bir araya gelen Tarhan, ergenlik dönemindeki gençlerin sergileyebilecekleri davranışlara dikkat çekti. Asıl tehlikenin iletişimsizlik olduğunu vurgulayan Tarhan, sorunu dışa vurmayan çocuğun da tehlikeli olduğunu söyledi. Ergenlikte, çelişkili, sorgulayıcı davranışların sağlıklı bir gelişimin göstergesi olduğunu belirten Tarhan, “Sessiz, kuzu gibi bir ergen ileride patlama riski taşır.” ifadelerini kullandı.

Söyleşi programı Sakarya Serdivan Şehit Erol Olçok Anadolu Lisesi Konferans Salonunda gerçekleştirildi. 

Düzenlenen etkinliğe Sakarya Valiliğinden ve İl Milli Eğitim Müdürlüğünden önemli isimler katıldı. Ayrıca rehber öğretmenler ve psikolojik danışmanlar da etkinliğe yoğun ilgi gösterdi. 

“Epigenetik, çevresel faktörlerin genler üzerindeki etkisiyle oluşuyor”

Beyin gelişiminde epigenetiğin rolünü ele alan Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “İnsan çocuğu diğer canlılardan farklı olarak psikolojik olarak prematüre doğuyor. Yani mesela bir ördek yumurtadan çıkar çıkmaz hemen yüzebiliyor ama insan öyle değil. İnsan bir yaşına geldiğinde ancak ayakta durabiliyor, 15 yaşına geldiğinde ise iyiyle kötüyü ayırt etmeye başlıyor. İnsan beyni sosyal ve duygusal olarak çevreden öğrenerek gelişiyor. Beynin gelişimi yüzde 30-40 oranında genetikse, yüzde 60-70 oranında epigenetik etkilerle şekilleniyor. Epigenetik, çevresel faktörlerin genler üzerindeki etkisiyle oluşuyor. Bir bilgi ya da düşünce aklımıza geldiğinde ona bir duygu kattığımızda bu bir inanışa dönüşüyor. Eğer bu inanışı tekrar edersek o zaman yetenek haline geliyor. Tekrarlamaya devam ederse yaklaşık altı ay içinde kişiliğe, karaktere dönüşüyor. Karakter oluştuğunda ise beyin bu doğrultuda proteinler üretmeye başlıyor. Hücre bunu otomatik hale getiriyor yani artık bu davranışı otomatik olarak yapmaya başlıyoruz. Davranış böyle şekilleniyor şartlanmayla öğreniliyor. Beynimiz hayatımızdaki iki dönemde bu öğrenmeleri yoğun biçimde yapıyor. Tıpkı baharda birkaç hafta içinde tüm çiçeklerin açması gibi 0-4 yaş arası ve 12-15 yaş arasında beyinde ciddi bir sinaptik patlama yaşanıyor. Yani tüm beyin bağlantıları hızla oluşuyor. Sonra bu bağlantılar budanıyor heykeltraşın bir heykeli yontması gibi. İşte bu budama sürecinde aile içi iletişim ve çevreyle iletişim çok önemli.” diyerek sözlerine başladı. 

“Sessiz, kuzu gibi bir ergen ileride patlama riski taşır”

Ergenlik döneminde gençlerin sergileyebilecekleri davranışları anlatan Tarhan; “Ergenlik dönemi, çocukluk döneminden farklı olarak yeni bir evredir. Çocuk 10 yaşına kadar anne babasını kahramanı olarak görür, tek referansı onlardır. Bu yaştan sonra sosyalleşme başlar. Biyolojik olarak da çocuk artık dış dünyaya açılır. Anne babaya karşı çıkmak istemez ama iç dünyasında bir bölünme başlar. Bu da normaldir. Hatta psikoloji literatüründe ergenlik dönemi için normal şizofrenik dönem tanımı yapılır. Yani bir ergenin çelişkili, sorgulayıcı davranması sağlıklı bir gelişim göstergesidir. Sessiz, kuzu gibi bir ergen varsa bu genellikle bastırılmış duyguların işaretidir ve ileride patlama riski taşır. Asıl tehlike sorunu dışa vurmayan çocuktur. Soru soran, itiraz eden ergen ise gelişimin doğal bir parçasıdır. Bu dönemde çocuklar soru sordukça ebeveynler endişeleniyor. ‘Acaba kontrolden mi çıkıyor?’, ‘Neden bize karşı geliyor?’ diyorlar. Oysa eleştirildikçe çocuk ya içine kapanır ya da tepkisel davranışlar geliştirir. Bu dönemde baskı, korkutma, sindirme gibi yöntemlerle çocuğu doğruya yönlendirmek artık mümkün değildir. Yöntem değiştirmemiz gerekiyor. Zaten bizim kültürümüzde ve inanç sistemimizde de sevdirerek, ikna ederek, anlayarak iletişim önerilir. Zorlama değil sevgi ve güven üzerinden bir yaklaşım esas olmalı.” ifadelerini kullandı.

“Bu dönemde yaşanan çatışmaların bir anlamı vardır”

Ergenlik dönemindeki gençlerin ebeveynlerine mesaj verdiklerine dikkat çeken Tarhan; “Çocukla anne baba arasında üç tür iletişim vardır. Birincisi sağlıklı iletişim ikincisi çatışmalı iletişim üçüncüsü ise iletişimsizlik. En tehlikelisi de üçüncüsü. Evde herkes kendi köşesine çekilmişse, konuşma, paylaşım yoksa bu çatışmadan bile daha kötü. Sağlıklı iletişimde mizah yer alabilir bu ilişkinin güçlü olduğunu gösterir. Zaten ergenlikte kimlik karmaşası, kaos doğaldır. Bu dönemde yaşanan çatışmaların bir anlamı vardır çocuk mesaj vermek ister. ‘Ben buradayım.’ der. Asıl önemli olan anne babanın bu mesajı anlayacak ortak bir dil geliştirmesidir. Eğer evde taraf tutmalar varsa anne bir çocuğu baba diğerini tutuyorsa o evde huzur olmaz. Çatışmaları yönetmek, sorun çözme ve stresle başa çıkma yöntemlerini değiştirmek gerekir. Tıpkı bir kayıkta iki kişinin aynı anda öfkelenmesi gibi. İkisi de aynı anda kürek sallarsa kayık devrilir. Birinin sakin kalması gerekir. Bu hem evlilikte hem çocuklarla ilişkide geçerlidir. Çözümün temelinde radikal kabullenme dediğimiz yöntem var. Terapide özellikle travmalar için kullanılır. Bazı ebeveynler çocuklarının davranışlarını kabullenemedikleri için iletişim kurmakta zorlanır. Önce kabul etmek gerekir. Çocuğu birey olarak kabul ettiğinizde onu yönetmek de kolaylaşır. Her durumun çözümü vardır ama bu çözümler kabullenmeyle başlar.” şeklinde konuştu. 

“Pozitif Psikoloji 2.0 ile anlam ve amaç kavramları daha da önem kazandı”

Amaçsız olan gençlerin kendi yollarını çizemeyeceğini belirten Tarhan; “Pozitif psikoloji, insanın sağlıklı kalması ve hastalanmaması için nasıl yaşaması, nasıl ilişki kurması, nasıl düşünmesi gerektiğini inceleyen bir bilim dalı. Otantik yani gerçek mutluluğun nasıl elde edileceğini öğretir. Klasik psikoloji eksiden sıfıra çıkararak sorunları çözmeyi hedefler. Pozitif psikoloji ise sıfırdan artıya geçmeyi yani bireyin refahını artırmayı amaçlar. Bu yönüyle birincil korumadır hastalık oluşmadan önce devreye girer. Bugün okullarda özellikle rehber öğretmenler ve psikolojik danışmanlar bu alana büyük ilgi gösteriyor. Çünkü sadece negatif davranışları düzeltmek değil olumlu davranışları pekiştirmek de önemlidir. Tıpta da benzer bir yaklaşım var. Artık invaziv yöntemler yerine vücudun kendi sistemini güçlendirerek hastalıkla başa çıkmasını sağlamak tercih ediliyor. Pozitif Psikoloji 2.0 ile anlam ve amaç kavramları daha da önem kazandı. Anlam ve amaç olmadan insan yönsüz bir gemi gibidir. Nereye gittiği belli olmayan bir gemi, en küçük bir fırtınada savrulur. Aynı şekilde çocuklar da hayatı sadece anlık yaşarsa savrulurlar. Bu nedenle onlara hedef ve strateji sunan bir yaşam biçimi kazandırmak gerekiyor. Amaçsız bırakılan çocuklar olayların etkisinde kalır ve kendi yollarını çizemezler.” dedi.

“Sadece ‘anlamlı yaşa’ demek yetmiyor…”

Narsizmin artış göstermesiyle intihar ve şiddet vakalarının yükseldiğini söyleyen Tarhan; “2011 yılından sonra gençler arasında küresel ölçekte bir narsizm artışı gözlemleniyor. Narsizmin arttığı yerlerde intihar, şiddet, okuldan kaçış ve okula silahla gitme vakaları da yükseliyor. İstatistikler bu artışı açıkça gösteriyor. Kaliforniya’daki bazı psikiyatri kliniklerinde yaygın olarak kullanılan bir tedavi modeli var. Bu durumun dört temel özelliğinden bahsediliyor. Birincisi hedonizm yani haz odaklılık. ‘Hoşuma gidiyorsa iyidir, gitmiyorsa kötüdür.’ diyor. İkincisi benmerkezcilik. Yani sadece kendi isteklerine odaklanıyor. Üçüncüsü yalnızlaşma. Sosyal bağlar zayıflıyor, bireyler yalnızlaşıyor. Dördüncüsü ise ayrışma ve geri çekilme. Psikolojik vakalar gizleniyor çocuklar içe kapanıyor. Tüm bu etkiler özellikle ergenlerde yoğun bir şekilde görülüyor. Bu nedenle ergenlik döneminde bireye anlam ve amaç kazandırmak büyük önem taşıyor. Sadece ‘anlamlı yaşa’ demek yetmiyor ona hedefler sunmak, strateji geliştirmesine yardımcı olmak gerekiyor. Yıllardır yapılan psikiyatrik ölçekler ve araştırmalar da gösteriyor ki gençlerin büyük bir kısmı hayatlarının amacını sorguluyor ve bu konuda yetersiz kalıyor. Kapitalist sistemin daha çok kazan hırsı, bu boşluğu daha da büyütüyor. Olan bu sistemin kurbanı haline gelen çocuklara oluyor…” ifadelerini kullandı. 

“Kendini geliştiren birey huzuru da mutluluğu da yakalar”

İnsanın kendini aşan bir amaç edinmesi gerektiğinin altını çizen Tarhan; “Aristoteles, 2 bin 500 yıl önce mutluluğu ikiye ayırmış. Birincisi haz odaklı mutluluk yani hedonik mutluluk. Dopamin kaynaklı kısa vadeli keyifler. İkincisi ise anlam mutluluğu. İdeal ve değerlerin peşinden gidilen, uzun vadeli iç huzuru sağlayan mutluluk. Hedonik mutluluk, beynin dopamin sistemiyle ilişkilidir. Hoş bir deneyim yaşandığında dopamin salgılanır kişi geçici bir mutluluk hisseder. Anlam mutluluğu ise bir insanın hayatına anlam katan hedeflerin ve ideallerin peşinden gitmesiyle oluşur. Ego idealine ulaşma sürecidir. Yani insan kendini aşan bir amaç edindiğinde gerçek ve uzun vadeli bir mutluluk yakalar. Bu yaklaşım bizim kültürümüzde de var. Mesela Batı dillerinde huzur kavramının tam karşılığı yoktur. Örneğin İngilizce’de peace, kelimesi kullanılır. Oysa huzur, Arapça kökenli bir kelimedir ve hazır olmak anlamına gelir. Gerçek huzur insanın geleceğe ve ölümlülüğe ruhen hazırlıklı olmasından doğar. Kendini geliştiren yaşamı anlamlandıran birey huzuru da mutluluğu da yakalar.” şeklinde konuştu. 

“Bu sorunlara İtfaiyeci modeli ile yaklaşmak gerekiyor”

Katılımcılardan gelen soruları da cevaplayan Tarhan, öfke anında doğru müdahale yapılmasının önemine dikkat çekti. Tarhan; “Ergenin öfkelenmesi beklenen bir durumdur. Kimisi öfkesini doğrudan ifade eder kimisi ise pasif saldırgan bir şekilde gizler. Pasif saldırganlıkla bir şeyleri bozarak, küçük oyunlar oynayarak bu duyguyu dışa vurur. Bu tür durumlar ergenlerde sıkça görülebilir. Bir de ergen normali denen bir kavram vardır. Bu genellikle sosyal iletişim bozukluğu yaşayan ergenlerde daha çok oluyor. Örneğin, Asperger sendromu gibi bir durum söz konusu olduğunda ergen akademik olarak oldukça zeki olabilir ancak sosyal ve duygusal zekası düşük olabilir. Herkes bir şeye gülerken o kişi gülemez. Takım çalışmasında kaba motor becerilerinde eksiklikler olabilir. Oyun oynarken normalden farklı bir davranış sergileyebilir. İşte bu tür durumlar bazen diğer ergenler tarafından normallik dışı olarak algılanabilir. Diğer çocuklar arasında normal olan, bazen bir ergen için zorlayıcı olabilir. Öfke sorunları okullarda sıklıkla karşılaşılan bir durumdur. Bu sorunlara İtfaiyeci modeli ile yaklaşmak gerekiyor. İtfaiyecilikte önce yangın söndürülür sonra neden çıktığı araştırılır. Öfke anında da hemen nedenlerini araştırmak ateşe körükle gitmek gibidir. Öfkenin artmasına yol açar. Bunun yerine öfkenin yaşanmasına fırsat tanımak ve sakin bir şekilde neden başladığını, hangi kuralın delindiğini, hangi ilkelerin zedelendiğini incelemek gerekir. Öfkeyle karşılık verdiğinizde karşınızdaki kişinin düşünen beyni değil hisseden beyni devreye giriyor. Bu durumda öfkeli bir insana karşılık verirken onun duygusal gücünden etkilenirsiniz. Güçlü bir kişi, zayıf olanı ezme durumuna gelebilir bu da sağlıklı bir iletişim oluşturmaz.” diyerek sözlerini sonlandırdı. 


 

Paylaş
Oluşturulma Tarihi10 Mayıs 2025