Sadece insan, anlamı arıyor!
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Beyaz TV’de Nilüfer Batur’un sunduğu Nilüfer Zamanı programının canlı yayın konuğu oldu. Tarhan, “İnanç Psikolojisi” konusuna ilişkin dikkat çeken değerlendirmelerde bulundu. Tarhan, insan beyninin doğuştan inanma altyapısına sahip olduğunu ve anlam arayışının yalnızca insana özgü bir özellik olduğunu ifade etti. İnançla bilimin çelişmediğini vurgulayan Tarhan, rasyonel inancın insanı hakikate ulaştırabileceğini söyledi. Eğitim sisteminde insani değerlere ve din bilim sentezine önem verilmesi gerektiğine dikkat çeken Tarhan, evrendeki düzenin tesadüflerle açıklanamayacağını ve kainat kitabının Kur’an ile okunması gerektiğini dile getirdi.
“Anlam arayışı sadece insanda var”
“İnanç Psikolojisi” kavramını Beyaz TV ekranlarında ele alan Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, yeniliği arama geninin insana özgü olduğunu vurguladı. Tarhan; “Hayvanların genetik algoritmaları ve nöral ağları, yani beyinlerindeki sinir sistemleri üzerine çalışmalar yapılıyor. Geçen sene Nobel Fizik Ödülü’nü kazanan iki araştırmacıdan biri genetikçi diğeri ise kognitif psikologdu. Bu psikolog yapay zekanın babası olarak da bilinen Geoffrey Hinton’dır. Hinton, beyindeki nöral ağları modelleyerek yapay sinir ağlarını geliştirdi. Diğer araştırmacı ise genetik algoritmalar üzerine çalıştı. Bu iki alanın birleşimi bugün yaşadığımız yapay zeka devriminin temelini oluşturdu. Şu anda ‘İnsanda metakognitif genler var mı?’ sorusu araştırılıyor. Metakognisyon, yani üst biliş. Bu genlere dair dört aday var bunlardan biri tespit edildi. Bu gen yenilik arama geni olarak biliniyor. Hiperaktif bireylerde de görülen bu gen risk almayı, girişimciliği, öncülüğü tetikliyor. İnsan bu gen sayesinde gelişiyor. Hayvanlar bin yıl önce nasıl davranıyorsa şimdi de aynı davranışı sergiliyor ama insan sürekli yeni yollar arıyor. Bu üst bilişsel genin bir diğer versiyonu ise anlam arayışı ile ilgili olan. Sadece insanda var. Bir kedi ya da köpeğin hayal dünyası yeme, içme, barınma gibi temel ihtiyaçlarla sınırlıdır. Ancak insanın hayal dünyası her bireyde farklıdır çünkü beyinde anlam arayışı ağı yani default mode network yer alır. Bu ağ insanın istirahat halinde bile anlam aramasını sağlar ve bu özellik genetik düzeyde araştırılmaktadır.” diyerek sözlerine başladı.
“İnsan bu meseleleri çözemezse varoluşsal bunalıma girer”
İnsanın inanma alt yapısıyla doğduğunu belirten Tarhan; “İnançla ilgili beynimizde yaratılıştan gelen bir altyapı bulunuyor ve bu yalnızca insana özgü. Diğer canlılarda böyle bir yapı yok. Bu da insana özgür irade, akıl ve bilinç gibi yetilerin verildiğini gösteriyor. Bu özellikler doğuştan kodlanıyor, sonradan kazanılmıyor. İnsan olarak kendimize şu soruyu sormalıyız, ‘Genetik yapımıza uygun bir yaşam mı sürüyoruz?’ Ölüm üzerine en çok kafa yoranlardan biri Tolstoy’dur. Ölümün anlamını sorgulaması onun pek çok eserinde iç çatışma olarak karşımıza çıkar. Varoluşçu psikolog Irvin Yalom da dört temel anksiyeteden söz eder. Özgürlük arayışı, yalnızlık, anlam arayışı ve ölüm. Eğer insan bu meseleleri çözemezse varoluşsal bunalıma hatta depresyona girer. İnanç bu sorunlara çözüm sunar. Ancak ortada 4 bin 300’e yakın din varken hangisinin doğru olduğu sorulur. İnsan, zaten inanma altyapısıyla doğar. O zaman akla uygun olanı bulmak gerekir. Eğer evrende fizik ötesi bir gerçeklik varsa onun özellikleri neler olmalıdır diye düşünmeliyiz. Örneğin Stephen Hawking, evrende yalnız olmadığımızı başka uygarlıkların da var olabileceğini söylüyor. Bu da bize, evrende dışsal bir iradenin yani aşkın bir gücün varlığına işaret ediyor. Kur’an-ı Kerim’de bu gerçekliği tevhit inancı olarak sunuyor.” ifadelerini kullandı.
“Tüm bilimsel gelişmeler bilinçli bir tasarımcıyı işaret ediyor”
Hakikate ulaşmanın dört yolunu anlatan Tarhan; “Birincisi deney ve gözlemle elde edilen bilimsel yöntemlerdir. İkincisi akıl yürütme yani hipotez üretme ve teorileştirmedir. Üçüncüsü rasyonel sezgidir. Newton’un yerçekimini, Arşimet’in suyun kaldırma kuvvetini keşfetmesi gibi. Dördüncüsü ise rasyonel inançtır. Yani inanç akla uygunsa kabul edilebilir. Aksi halde sorgulanmalıdır. Ben bunu Bilgelik Psikolojisi kitabımda, ‘Spinoza’nın yanılgısı’ başlığıyla anlattım. Bazıları, ‘Spinoza çağının ötesindeydi ona nasıl böyle dersiniz?’ diyor ama o dönemin bilgileriyle doğayı tanrı olarak görüyordu. Eğer bugün yaşasaydı, Spinoza’nın tevhide daha yakın duracağını düşünüyorum. Aynı şey Darwin için de geçerli. Bugünün kuantum fiziği ve nörobilim bilgileriyle Darwin yaşasaydı, evrim teorisini yeniden yazardı. Artık tüm bilimsel gelişmeler, kendini göstermeyen ama bilinçli bir tasarımcıyı işaret ediyor.” şeklinde konuştu.
“Din ve bilimi sentezleyen eğitim anlayışına ihtiyaç var”
Ebeveynlerin medyaya karşı dikkatli olmaları gerektiğini belirten Tarhan; “Mevcut eğitim sistemi daha çok meslek kazandırmaya odaklı. Oysa insani değerleri, erdemi, anlam arayışını içeren bir eğitim anlayışına ihtiyacımız var. Japonya’da 4-6 yaş arası çocuklara dürüstlük, sorumluluk, yardımseverlik gibi değerler öğretiliyor. Hatta ölüme dair gerçekler de çocuklara uygun biçimde aktarılıyor ki ileride travma yaşamamaları sağlansın. Bizde ise çocuk travma yaşamasın diye gerçeklerden uzak tutuluyor. İnanma eğilimi doğuştan var tıpkı biyolojik olarak eşleşme eğilimimiz gibi. Ancak evlilik kültürel bir kurum olduğu gibi inanç sistemleri de kültüreldir. Eğer çocuklara doğru inanç sistemi aktarılmazsa medya ve çevresel etkenler bu boşluğu doldurur. Bu nedenle hem dini hem bilimi sentezleyen, marjinal yaklaşımlardan uzak bir eğitim felsefesine ihtiyaç var. Artık kültürü aile değil medya aktarıyor. Çocuklar zamanın çocuğu haline geldi. Bu nedenle ebeveynler bu konuda daha bilinçli olmalı.” dedi.
“Her sebebin arkasında başka bir sebep var”
Kur’an-ı Kerim’deki İhlas Suresinden örnek veren Tarhan; “Kuantum fiziği sonrası anlaşıldı ki evrende süper determinizm hakim. Newton fiziğindeki gibi tek düzlemli bir nedensellik değil bu. Her sebebin arkasında başka bir sebep var. Bu zincirin sonunda sebeplerin ötesinde bir ilk neden olması gerekiyor. İşte bu ilksel güç, dışsal ve aşkın bir varlığı işaret ediyor. Kur’an’da bu anlayışın karşılığı İhlas Suresinde görülür. ‘Allah birdir, eşi benzeri yoktur, doğmamış ve doğrulmamıştır.’ ifadesi tam da bu anlamı taşır. Eğer Tanrı doğmuş olsaydı zaten Tanrı olamazdı. Yani bir başlangıç var ve o başlangıç her şeyi başlatmış, sonra da kontrolü elinde tutmaya devam etmiş. Bu perspektiften baktığınızda bilimsel gelişmeler Tanrı’yı anlamayı kolaylaştırıyor.” ifadelerini kullandı.
“İçimizde ölümsüzlük arzusu var”
Kuantum fiziğindeki yasalardan bahseden Tarhan; “Genetik ve nöronal olarak içimizde ölümsüzlük arzusu var. Bu da ruhun varlığına ve ölüm sonrası hayata dair bir göstergedir. Sokrates bile ölüm karşısında, ‘Ruhumun temiz olması önemli çünkü ruh yaşamaya devam edecek.’ demiştir. Modern bilim, insanları bazen yanıltabiliyor. Sanki her şeyi biz başarıyoruz gibi bir algı yaratıyor. Oysa biz sadece evrendeki kanunları keşfediyoruz. Kuantum fiziğindeki yasalar bize yeni işleyişleri gösteriyor. Bu yasaların kendiliğinden oluşması mümkün değil bilinçli bir tasarımın ürünü olmalı. Bu bakış açısıyla olaylara yaklaşırsak inancımız derinleşir. Aksi halde bilgi kuru bir ezbere dönüşür.” şeklinde konuştu.
“Akla uygun inanç insanı doğruya götürür”
Kur’an’ın ilk emrine dikkat çeken Tarhan; “Rasyonel inanç yani akla uygun inanç, insanı doğruya götürür. Evrene dikkatle bakarsak önce bilgi vardır. Bilgiden sonra hesaplama yani matematik vardır. Sonra tasarım yani geometri, sonra enerji yani fizik, ardından madde yani kimya ve en son insan gelir. Kur’an’da evrenin altı günde yaratıldığı ifadesi bu katmanlı yapıyı simgeliyor. Yaratım sürecinde bilinçli bir tasarım vardır. Kur’an’ın ilk emri ‘Oku.’dur. Bu emirden hemen sonra embriyonun gelişimi anlatılır. İlk bakışta alakasız gibi görünse de bu kainat kitabının okunması çağrısıdır. ‘Oku’ emri yalnızca harfleri değil varoluşu, doğayı, yaratılışı okumaktır. Biz yalnızca yazılı metinlere odaklanıyoruz ama asıl öğrenilmesi gereken üçüncü kaynak kainat kitabıdır.” dedi.
“İyiyi de kötüyü de seçme hakkımız var”
Evrenin bir yazılıma benzediğini söyleyen Tarhan; “Bilgisayarda oyun oynarken oyuncu topa vurur ama gol olup olmayacağını bilemez. Ancak yazılımı yapan bunu bilir. Benzer şekilde evren de bir yazılımdır. Önce bilgi yaratılmış, sonra yazılım gerçekleşmiştir. Kur’an’da buna ‘büyük kitap’ denir. İnsan ruhları yaratıldığında bu büyük kitapta bilgiler mevcuttur. Allah, ruhlara, ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ diye sorar, onlar da ‘Evet’ der. Bu ilk yaratılış gününe işaret eder. İbn Arabi, bu bağlamda süper determinizmi kavrayan önemli bir düşünürdür. Sebeplerin ötesindeki anlam ilişkilerini fark etmiş ve hakikate ulaşmıştır. Kader planı bizim özgür irademizi ortadan kaldırmaz. Evren bir simülasyon gibidir biz de bu simülasyonda özgür seçimler yaparız. İyiyi de kötüyü de seçme hakkımız vardır ve seçimlerimizin sonucuna göre bir birikim oluşur.” ifadelerini kullandı.
“Evrene akıl ve iman penceresinden bakmalıyız”
İnancın akla uygun olması gerektiğine bir kez daha vurgu yapan Tarhan; “Sonuç olarak, evrene akıl ve iman penceresinden bakmalıyız. İnanç akla uygun olmalı sadece geleneksel kalıplarla değil bilimle birlikte değerlendirilmelidir. Kainat bir sistem ve bu sistem bilgiyle yazılmış bir yazılımdır. Bu yazılımı okuyabilen insan Tanrı’yı daha iyi anlayabilir. Bilim, Kur’an ve kainat kitabı üçü birden okunmalıdır. Ancak bu şekilde sağlam ve sarsılmaz bir inanç inşa edilebilir.” diyerek sözlerini sonlandırdı.