Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Zaferin Adı Türkiye Büyük Ailem Türkiyem paneline katıldı
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından düzenlenen “Zaferin Adı Türkiye Büyük Ailem Türkiyem: 15 Temmuz Paneli ve Sergisi” ne katıldı. 15 Temmuz’un klasik darbe anlayışından farklı olarak toplumda derin bir sosyo-psikolojik kırılma oluşturduğunu belirten Tarhan, bu kalkışmanın halkın liderlik ve medya desteğiyle bastırıldığını ifade etti. Gençlerin 15 Temmuz’u doğru okuması gerektiğini vurgulayan Tarhan, darbeciliğin yalnızca siyasi bir eylem değil, aynı zamanda bir zihniyet meselesi olduğunu da dile getirdi. Darbeciliğin bir zihniyet meselesi, bir mindset olduğunu ifade etti. Tarhan, darbe gibi olayların, sorun çözme veya hak arama yöntemi olarak şiddeti meşrulaştırmasına asla izin verilmemesi gerektiğine de dikkat çekti.
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından Cumhurbaşkanlığı Ankara Millet Kütüphanesi Konferans Salonunda düzenlenen panelin panelistleri arasında Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mustafa Akış, İçişleri Bakan Yardımcısı Bülent Turan, Hürriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Hande Fırat ve 15 Temmuz gazisi Levent Yücel vardı.
“Toplum, demokrasinin kıymetini ve tadını daha iyi anladı”
Şehit ve gazi yakınlarına seslenerek konuşmasına başlayan Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Öncelikle şehit ailelerimize ve gazilerimize seslenmek istiyorum. 15 Temmuz’un ateşi en çok onların yüreğine düştü ve onları yaktı. Bu acıyı en derinden hissedenlere bir kez daha saygı ve minnetimi sunuyorum. Bu gecede yaşanan acılar elbette unutulamaz. 15 Temmuz klasik darbe anlayışından oldukça farklıydı. 27 Mayıs’tan başlayarak 12 Mart, 28 Şubat ve 27 Nisan gibi birçok darbe girişimi yaşadık. Bunların hiçbiri unutulmamalı. Özellikle 27 Nisan postmodern bir darbe örneğidir ve o dönemde de asil bir duruş sergilenmişti. Ancak 15 Temmuz’daki yapı, silahlı kuvvetlerin içinde örgütlenmiş Atlantikçi bir yapılanmanın gerçekleştirdiği bir kalkışmaydı. Peki neden bu defa halk büyük bir tepki verdi de önceki darbelerde böyle bir karşı duruş olmadı? Çünkü artık toplum darbenin kötü sonuçlarını yaşayarak gördü. Halkın her kesimi bu deneyimlerden ders aldı. Ufak bir olayla silahlı kuvvetleri manipüle ederek darbe yapmak isteyen bu zihniyetin farkına vardı. Toplum, demokrasinin kıymetini ve tadını bu süreçle birlikte daha iyi anladı.” dedi.
“15 Temmuz başarılı olsaydı Türkiye param parça olacaktı”
15 Temmuz darbe girişiminin toplumsal direniş boyutuna vurgu yapan Tarhan; “Tüm bu yaşanan mağduriyetler zamanla bir birikim oluşturdu. Bu birikim, toplumda belirgin bir sosyo-psikolojik atmosferin oluşmasına neden oldu. Ancak burada dikkat çekilmesi gereken çok önemli bir unsur var. Halkın böyle durumlarda nasıl bir mukavemet göstermesi gerektiği. İşte bu noktada halkın direnişinin ortaya çıkmasında güçlü bir liderlik etkili oldu. Sayın Cumhurbaşkanımızın televizyona çıkarak halkı direnişe çağırması, bu liderliğin en somut örneğidir. 15 Temmuz gecesinde iki önemli aktör olduğunu düşünüyorum. Birincisi Sayın Cumhurbaşkanımızın halkı direnişe çağırması, ikincisi ise medyanın özellikle TRT’nin kapalı olduğu bir dönemde özgürce yayın yapma cesareti göstermesidir. Bu noktada Hande Fırat Hanım’ı özellikle alkışlamak gerekir. O gece medya özgürlüğünü savunarak lideri ekrana çıkardı ve böylece toplumda birikmiş olan sosyolojik güç harekete geçti. Bu harekete geçişten sonra çok ciddi bir direnç oluştu. Bazıları 15 Temmuz için ‘Gol oldu ama hakem saymadı.’ diyor. Buradaki hakem, halktır. Bu müdahaleyi engelleyen ise halkı harekete geçiren liderliktir. Eğer 15 Temmuz başarılı olsaydı bu klasik bir darbe olmayacaktı. Türkiye paramparça olacaktı. Trakya’da ayrı bir yapı, Güneydoğu’da başka bir yapı, Ankara’da farklı bir yönetim kurulacaktı. Böyle büyük bir tehlike atlatıldı. Bu gerçeği bilmek gerekiyor. Bu yüzden gençlerimizin 15 Temmuz'u doğru okuması gerekiyor. Bu olayın siyasi boyutundan daha önemli olan yönü, sosyo-psikolojik ve toplumsal direniş boyutudur. İnsanlar çıplak elleriyle tankların önüne dikildi. Bu insanlar asker değildi. 2 bin 500 sivil, bombaya bile tekme atacak kadar cesurca bir duruş sergiledi.” ifadelerini kullandı.
“Darbecilik bir mindsettir”
Darbeciliğin bir zihniyet meselesi olduğunu dile getiren Tarhan; “Bugün hala ‘27 Mayıs yanlıştır.’ diyemeyen bir zihniyet Türkiye'de varlığını sürdürüyor. 27 Mayıs'ı, 28 Şubat'ı yanlış bulmayan bir anlayıştan söz ediyoruz. Bu da demek oluyor ki bu kişiler darbeye ilkesel olarak karşı değil. Çünkü darbecilik bir zihniyet meselesidir bir mindsettir.” şeklinde konuştu.
“15 Temmuz toplumda kolektif bir travma oluşturdu”
15 Temmuz’un toplumda kolektif bir travma oluşturduğunu belirten Tarhan; “Buradan çıkarılması gereken önemli dersler var. Şu anda dünyada asimetrik bir savaş yaşanıyor. Bu savaşın başlangıç tarihi bana göre 18 Aralık 2010’dur. Hani bedava yemek dağıtıldığında herkes sıraya girer ya… Ortadoğu'da da öyle bir durum oluştu. İnsanlara özgürlük, demokrasi gibi vaatlerle bedava bir şey var denildi ve küresel güçler bu tabloya dahil oldu. Sermaye sahipleri plan yaptı. Bu 1. Dünya Savaşından sonraki ikinci büyük paylaşım mücadelesiydi. Yaşananlar basit bir grubun kendi iradesiyle gerçekleştirdiği bir hareket değildi. FETÖ’nün kendi aklıyla organize ettiği bir kalkışma değildi. Bu küresel güçlerin onları kullanarak hayata geçirdiği bir plandı. Bunu hiçbir zaman unutmamamız gerekiyor. 15 Temmuz toplumda kolektif bir travma oluşturdu. Tıpkı önceki darbelerde de olduğu gibi. Bu travmanın izlerini hala yaşıyoruz. İşte bu yüzden 15 Temmuz’a Milli Birlik ve Demokrasi Günü denilmesi çok anlamlı. Çünkü bugün toplumsal dayanışmanın ve demokratik iradenin simgesidir. Bu tür milli günlerin değerini bilin. Bu günler durup düşünmek ve yeniden değerlendirme yapmak için önemli fırsatlardır. Gençlerimiz özellikle bu dönemlerde hızlı bir tarih okuması yapmalı ve yaşananları doğru okumalıdır.” dedi.
“Darbe yalnızca siyasi bir eylem değildir”
Üsküdar Üniversitesinin dört temel mottosundan bahseden Tarhan; “Bunlardan ilki, eleştirilebilirlik. Demokrasi yalnızca bir yönetim biçimi değil aynı zamanda bir değerdir. Demokratik kültürün temelinde de eleştiriye açık olma vardır. Türkiye 15 Temmuz sonrasında önemli bir dönemeçten geçti. Şu anda terörsüz Türkiye söylemiyle birlikte anayasa değişikliği de gündemde. Bu süreçte hepimizin coğrafi milliyetçiliğe sahip çıkması gerekiyor. Bu topraklarda yaşayan herkes eşit vatandaştır. Anayasamız yeniden yazılırken herkesin, ‘Bu anayasa benim anayasam.’ diyebileceği bir toplumsal sözleşmeye ihtiyaç var. Bu çıkarılacak önemli derslerden biridir. İkinci motto özgürlükçülüktür. Özgürlük ve hürriyet, bireyin kendi fikrini ifade edebilmesidir. Otoriterlik ise düşünceyi dayatmaktır ve bu ailede başlar. Demokrasi ailede öğrenilir. Ailede demokrasi öğretilirse çocuk da büyüdüğünde yanlışa hayır diyebilir sınır koyabilir. Çünkü darbe yalnızca siyasi bir eylem değildir kadına şiddet darbeciliktir, çocuğa şiddet darbeciliktir, yöneticinin çalışana zulmetmesi de darbeciliktir. Demokrasi kültürünün yayılması, geleceğimiz açısından büyük önem taşır. Üçüncü motto çoğulculuktur. Yani yalnızca kendi düşüncesine değil başkalarının fikirlerine de saygı göstermek. Ailede dahi bireyler farklı düşünebilir. Bir anne-babanın, çocuğuna ‘Senin gibi düşünmüyorum ama sana saygı duyuyorum.’ diyebilmesi totaliter anlayıştan uzak sağlıklı bireylerin yetişmesini sağlar. Dördüncü motto ise katılımcılıktır. Katılımcılık, karar süreçlerine herkesin dahil edilmesidir. Örneğin ailede seyahate çıkarken ‘Bilet aldım, gidiyoruz.’ demek yerine ‘Nereye gidelim?’ diye sormak gerekir. Bu zahmetli bir süreçtir ama tartışılarak alınan kararlar daha sağlıklı olur ve herkes kendini sorumlu hisseder. Katılımcılık, demokratik bilincin yerleşmesini sağlar.” şeklinde konuştu.
“Milli kimliğimizi koruyarak ilerlemeliyiz”
Tehditlere karşı milli kimliğin korunmasının önemine dikkat çeken Tarhan; “Türkiye Büyük Millet Meclisinin çok büyük bir sorumluluğu ve görevi var. Unutmamalıyız ki bu zihniyet meclisimizi dahi bombalayacak kadar gözü dönmüş bir anlayışa sahipti. Bu hafife alınacak bir durum değil. Peki bu tehditlere karşı milli kimliğimizi nasıl koruyacağız? İşte burada en kritik alan eğitim sistemimiz. Eğitim sistemimizin demokrasiye özel bir vurgu yapması şart. Çünkü radikal ideolojilerin önüne geçmenin yolu, demokratik değerlerin bireylere küçük yaşlardan itibaren kazandırılmasından geçer. Ne yazık ki mevcut eğitim sistemimizin yetiştirdiği insan tipi toplumu tam anlamıyla kucaklayamıyor. Belki geçmişte belli bir dönemde işlevsel olabilirdi ancak günümüz şartlarında artık yeterli değil. Kendi değerlerimizi ve kültürümüzü koruyarak modernleşmeyi başarmak zorundayız. Batı kültürünü yücelterek, kendi kültürümüzü ikinci planda gören ve ona öykünen bir eğitim anlayışı bizi dış güçlerin manipülasyonlarına açık hale getiriyor. Bu nedenle milli kimliğimizi koruyarak ilerlemeyi yani kendimiz kalarak modernleşmeyi hedeflemeliyiz. Bunun için de eğitim sistemimizde köklü ve kritik değişikliklere ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.” dedi.
“Şiddeti meşrulaştırmasına asla izin verilmemeli”
Toplum olarak hep birlikte kolektif bir travma yaşadık. Bu travmayı en derinden hisseden ailelere devletimiz sahip çıkıyor onları destekliyor ve yaşadıkları kayıpların izlerini hafifletmek için çeşitli çalışmalar yürütüyor. Bu noktada toplum psikolojisi açısından çıkarılması gereken en önemli derslerden biri de darbe gibi olayların, sorun çözme veya hak arama yöntemi olarak şiddeti meşrulaştırmasına asla izin verilmemelidir. İki tür eğitim anlayışı vardır. Birincisi baskı, tehdit, korkutma ve sindirmeye dayalıdır ikincisi ise tatlı dille, övgüyle, onayla, güzellikle yaklaşan bireyin iç dünyasına hitap eden yaklaşımdır. Günümüz dünyasında doğrularımızı zorlayarak değil iyi, doğru ve güzel olanı ışık gibi yansıtarak anlatmalıyız. Gençlere yaklaşımımız da bu şekilde olmalıdır. Ümitsizlik, insanın hayattaki en büyük kaybıdır. Oysa elimizde bu kadar kazanım varken dokuz olumlu gelişmeyi görmezden gelip sadece bir olumsuza odaklanmak, motivasyonumuzu düşürür. Gençlerimizin çoğu sorguluyor onların kafalarındaki soru işaretlerine baskıyla değil özgürce tartışabilecekleri ortamlarla yanıt vermeliyiz. Çünkü bu ortamlar gençlerin hem umutlarını diri tutar hem de hakikati kendi yollarıyla keşfetmelerine imkan sağlar.” diyerek sözlerini sonlandırdı.
Program kapsamında Bakan Göktaş ve Prof. Dr. Tarhan sergiyi gezerek, hatıra fotoğrafı çektirdi.
Tarhan daha sonra şehit yakınları ve gaziler için verilen yemeğe katıldı.