Prof. Dr. Nevzat Tarhan uyardı! “Dijital araçlar dozunda ve amacına yönelik kullanılmalı”

11 - Sürdürülebilir Şehirler ve Topluluklar12 - Sorumlu Üretim ve Tüketim16 - Barış Adalet ve Güçlü Kurumlar17 - Amaçlar İçin Ortaklıklar3 - Sağlıklı ve Kaliteli Yaşam4 - Nitelikli Eğitim

Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Almanya Köln’de Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) tarafından düzenlenen ‘Kadın Perspektifinden Dijital Şiddet ve Aile’ programına konuk oldu. Almanya’nın birçok bölgesinden katılımın olduğu programda Tarhan, “Dijitalleşmenin Ruh ve Beden Sağlığı Üzerindeki Etkileri” başlığında dikkat çekici paylaşımda bulundu. Tarhan, dijitalleşmenin hem fırsat hem de tehdit boyutunu ele aldı, dijital bağımlılık, siber zorbalık ve aile içi şiddetin olumsuz etkilerini vurguladı. Çocuk ve gençlerin sosyal ve duygusal becerilerinin geliştirilmesinin önemine değinen Tarhan, dijital araçların amacına uygun ve kontrollü kullanılmasını önerdi.  

Almanya Köln DİTİB Bundesverband Konferans Salonunda düzenlenen söyleşiye DİTİB Yönetim Kurulu üyeleri, DİTİB Federal Eyalet ve Bölge Birlikleri yöneticileri ve çok sayıda üye katıldı. 

“Dijitalleşme artık hayatın bir parçası”

DİTİB Üyesi Merve Mert moderasyonunda, Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Türker Tekin Ergüzel’in de eşlik ettiği buluşmada dijitalleşmenin hem tehdit hem de fırsat boyutuna dikkat çeken Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Dijitalleşme, bu çağın bir gerçeğidir. Nasıl matbaanın bulunmasıyla insanlık tarihinde büyük bir değişim olduysa nasıl buhar makinesi yeni bir dönemi başlattıysa, yapay zeka ve dijitalleşme de benzer bir dönüşüme yol açacak. Biz de üniversitede bunu konuştuk ve ‘Yapay zekayı yasaklamayı yasaklayalım.’ dedik. Çünkü buna karşı çıkmak mümkün değil dijitalleşme artık hayatın bir parçası. Dijitalleşme bir tehdit de olabilir bir fırsat da olabilir. Tehdit ya da fırsat olsun her zaman bir imtihan yönü vardır. Bu imtihan boyutunu hiç unutmamak gerekir. Ben dijitalleşmeyi biraz şuna benzetiyorum, Hazreti İsa Filistin’den çıkmış ama Roma’da küreselleşmiş. Peki bu nasıl oluyor? 200-300 yıl sonra en büyük din haline geliyor. Bunun nedeni Roma İmparatorluğu’nun güçlü tarafı. Tüm sosyal, ekonomik ve askeri hareketliliğin taş yollar üzerinden yapılması. ‘Bütün yollar Roma’ya çıkar.’ sözü de buradan geliyor. İşte bu zamanın taş yolları da internet. O dönemde Hazreti İsa ve takipçileri bu yolları kullanarak İseviliği nasıl küreselleştirdiyse, bugün biz de dijitalleşmeyi kullanarak niyetimizi doğru yönde tutarak hakikati, iyiyi, güzeli, doğruyu insanlara anlatabiliriz. Kur’an ahlakını insanlara ulaştırmamız da bu yollar üzerinden mümkün. Bu nedenle dijitalleşmenin imtihan boyutunu bu çerçevede düşünmek gerekiyor.” diyerek sözlerine başladı. 

“‘Kuzey Paradoksu’ bizim kültürümüze de yansımış durumda”

Nikah dışı doğum oranının yükselişe geçtiğine vurgu yapan Tarhan; “ABD’de ve özellikle Kuzey Avrupa ülkelerinde, Almanya’da nikah dışı doğum oranı yüzde 40 civarında. Türkiye’de ise bu oran yüzde 3,9. Yani cami önüne bırakılan çocuklar gibi değil, burada kastedilen evlilik dışı doğum. Almanya’da yüzde 43-44 civarında, İsveç ve Norveç’te yüzde 56, Fransa’da yüzde 59, İngiltere’de 40 küsur, İzlanda’da ise yüzde 69. Çünkü nikah karşıtı akımlar var. ‘Nikaha ne gerek var?’ diyen bu hareketler evlilik dışı doğumları teşvik ediyor. Buna paralel olarak şiddet de artıyor. Kadına yönelik şiddetle ilgili özgürleşme hareketleri, aile karşıtlığını destekleyen küresel kültürel akımlar… Ancak bu kadar özgürlüğe rağmen Danimarka gibi ülkelerde bile şiddet artmış durumda. Hatta oranlar Türkiye’ye yakın. 2003’lerde ‘Kadın Psikolojisi’ kitabını yazarken araştırmıştım. O dönem Türkiye’de şiddet oranları çok daha düşüktü. Fransa’da neredeyse her gün bir şiddet vakası olurken, Türkiye’de ayda 2-3 olay görülüyordu. 2004-2005 yıllarının istatistikleri de bunu gösteriyordu. Bugün Türkiye’de neredeyse her gün bir ya da iki kadın öldürülüyor. Aylık yaklaşık 30-33 kadın aile içi şiddet nedeniyle hayatını kaybediyor. Avrupa’yı geçmiş durumdayız şu anda. Oralarda kadın cinayeti oranı yüzde 25-30 civarında. İşte bu ‘Kuzey Paradoksu’ bizim kültürümüze de yansımış durumda.” ifadelerini kullandı. 

“Dijital ortamdan yansıyan şiddet olumsuz etki yapıyor”

Dijitalleşmeyle birlikte kötülüğün sıradanlaştığını söyleyen Tarhan; “Dijitalleşme, maalesef şiddeti kolaylaştırıyor. Mesela biz parayı bir yerden başka bir yere sanal ortamda transfer ediyoruz. Peki bu sanal mı, gerçek mi? Bal gibi gerçek. Para gerçekten hesaptan çıkıyor, başka bir hesaba geçiyor. Aynı şekilde dijital şiddet de gerçek. Paranın transferi nasıl dijital bir realiteyse, aile içine dijital ortamdan yansıyan şiddet de aynı derecede olumsuz etki yapıyor. Beynimize işliyor, şiddeti normalleştiren bir etki oluşturuyor. Devamlı şiddet gören insan duyarsızlaşıyor. Sürekli negatifi göre göre olumsuza alışıyor, kötülüğü normal kabul etmeye başlıyor. Kötülük sıradanlaşıyor. Maalesef, özellikle Türkiye’deki dizi kuşakları da buna hizmet ediyor. Aile içindeki olumsuz olayları sıradan hale getiriyor.” şeklinde konuşu. 

“Çoğumuz bunu yapıyoruz…”

Dijital bağımlılığın aileleri olumsuz etkilediğini belirten Tarhan; “Kişi sabah kalkar kalkmaz hemen mesajlara bakıyorsa, bu dijital bağımlılığın başlangıcıdır. İçimizde çoğumuz bunu yapıyoruz… Buna addiction, yani tutsaklık deniyor. Öyle bir bağımlılık ki artık esir olmuşsun. Kontrol kaybı başlıyor. Kişi planladığından daha uzun kullanıyor, zamanını tamamen ona göre yönetiyor, kontrolünü kaybediyor. Dijital bağımlılıkta da bu böyle, kumar bağımlılığında da aynı mekanizma işliyor. Türkiye’de kumar bağımlılığı şu anda çok yaygınlaştı. Özellikle yurt dışı bağlantılı yasa dışı bahisler ve oyunlar… Kumarhane açmak yasak ama cep telefonundan kumar oynamak maalesef normalleşti. Bunun da çok fazla kurbanına rastlıyoruz. Bu da bir çeşit dijital bağımlılık. Aileleri ciddi şekilde yıkıyor, çok büyük aile krizlerine sebep oluyor. Çünkü dijitalleşme soyut bir şey değil çok somut bir etki oluşturuyor. Beynimizdeki ödül sistemini tıpkı diğer bağımlılıklar gibi bozuyor.” dedi.

“Gelenekli olmak iyidir, gelenekçi olmak sakıncalıdır”

Çocuklara yaşadıkları çağa göre davranılması gerektiğini belirten Tarhan; “Hz. Ali’nin bir sözü var, ‘Çocuklarınızı sizin yaşadığınız çağa göre değil, onların yaşayacağı çağa göre yetiştirin.’ diyor. Bu müthiş vizyoner bir bakış açısıdır ama biz çocuklarımızı kendi yaşadığımız çağa göre yetiştirmeye çalışıyoruz. Oysa onların yaşayacağı çağ bambaşka. Bugünün çağını bile değil eski çağın alışkanlıklarını dayatıyoruz. Gelenekli olmak iyidir, güzel değerleri çocuğa aktarmak gerekir ama gelenekçi olmak sakıncalıdır. Çünkü bu, nesil çatışmasını artırır. Anakronik deniyor buna, kronolojisi bozulmuş bir yaklaşım. Mesela, ‘Ben çocukken böyle giyiniyordum, sen de böyle giyinmelisin.’ demek doğru değil. Şekil önemli değil, öz önemli. Ahlak, karakter önemli. Ana konular önemli, ayrıntılara fazla takılmamak lazım. Bir de kuşak çatışmasını en çok artıran şey şudur, iyi niyet yetmiyor. İyi niyetiniz olabilir ama kullandığınız metodoloji çok önemli. Güzel bir niyetin yanında güzel bir yöntem ve doğru bir çaba gerekiyor.” ifadelerini kullandı. 

“4-6 yaş aralığına duygusal ve sosyal becerileri çalıştırmamız gerekiyor”

Çocuklara sosyal ve duygusal becerilerin öğretilmesi gerektiğine vurgu yapan Tarhan; “0-3 yaş arasındaki çocuklara kesinlikle ekran verilmemeli. 3 yaşından sonra ise ancak ebeveyn gözetiminde, oyun amaçlı ve kontrollü bir şekilde kullanılabilir. Mesela çocuk şiddet içeren bir şeye giriyorsa mutlaka yönlendirilmesi gerekir. Çünkü 6-7 yaşına kadar çocukta soyut düşünme yeteneği yeni yeni başlıyor. Bazı zeki çocuklarda bu yeti 4 yaşında bile başlayabiliyor. Bu yüzden 4-6 yaş arasında çocuklara oturmayı, kalkmayı, paylaşmayı, yardımlaşmayı, birbirine destek olmayı öğretmek gerekiyor. Hatta Uzakdoğu ülkelerinde ‘Akvaryumdaki balığın ölebileceğini bile öğretin.’ deniyor. Çünkü çocuk bu yaşlarda hayatın gerçeklerini anlamaya başlıyor. Bu dönemde çocuğa çarpım tablosu ezberletmek, matematik öğretmek, resmi ideoloji vermek gibi şeyler değil tamamen sosyal ve duygusal beceriler öğretiliyor. Çin ve Japonya şu anda bu modeli uyguluyor. Bizim de bunu yapmamız lazım. Çocuklara özellikle 4-6 yaş aralığında duygusal ve sosyal becerileri çalıştırmamız gerekiyor. Çünkü beynimizde duygusal ve sosyal mimari bu yaşlarda oluşuyor. Tıpkı matematiksel modelleme yapan algoritmalar gibi bu beceriler de beyinde somut kayıtlar halinde yerleşiyor.” şeklinde konuştu.

“Dijital araçlar dozunda ve amacına yönelik kullanılmalı”

Dijitalleşmenin sosyal teması engellediğine vurgu yapan Tarhan; “Dijitalleşme, öğrenilmiş otizm denilen bir durumu da ortaya çıkarıyor. Çocuğun eline küçük yaşta cep telefonu, tablet verdiğiniz zaman çocuk öğrenilmiş otistik bir çocuk gibi oluyor. Bazı konularda çok iyi, çok üstün olabiliyor ama oturup bir kişiyle oyun oynayamıyor. Arkadaşlarıyla iletişim kuramıyor. Sınıfta herkes gülüyor, o anlamıyor ve gülmüyor. Çünkü asosyalleşiyor. Bu nedenle sosyal temas çok önemli. Dijitalleşme bunu engelliyor. Dijital araçlar yerinde, dozunda ve amaca yönelik kullanılırsa hayatımızı kolaylaştırır. Amacımızın dışında veya yanlış şekilde kullanırsak bize zarar verir. Tıpta bir yılan sembolü vardır. Tıbbın sembolünün yılan olmasının nedeni şudur, yılanın zehri doğru dozda olursa ilaçtır, dozundan fazla olursa öldürür. Dijitalleşme de aynı böyledir. Dozunda olursa hayatımızı kolaylaştırır ama dozunu kaçırırsak yılanın zehri gibi zarar verir.” dedi.

“Dikkat eksikliğinin en büyük sebeplerinden biri dijitalleşme”

Evde ekran kullanımına dikkat edilmesi gerektiğini belirten Tarhan; “Gençlerdeki ve çocuklardaki dikkat eksikliğinin en büyük sebeplerinden biri dijitalleşme. Çok hızlı içerik tüketiyorlar. Hatta bir dakikalık videoyu bile hızlandırıp 1.5 hızda izliyorlar. Bu kadar hız, odaklanma becerisini zayıflatıyor. Oysa insan beyninin odaklanmayla ilgili frontal, yani ön bölgesinin gelişmesi için biraz zihinsel çile gerekiyor, zorlanmak gerekiyor. Dayanıklılık, sebat ve metanet üretmek için beynin zorlanması şart. Beyni zorladığınız zaman beyinde o konuyla ilgili network gelişiyor. Tıpkı gençlerin vücut geliştirme yapması gibi… Kaslarını çalıştırınca nasıl kuvvetleniyorsa, beyindeki dikkat ve bellekle ilgili bilişsel ağlar da maruziyet ve çabayla güçleniyor. Duygusal ve sosyal networkler de aynı şekilde. Zorlanma olmayınca çocuk hemen sıkılıyor. Çocuklarda ve gençlerde dikkat 3 dakikada dağılıyor. Sadece bakıyorlar ama akılları başka yerde. Bu nedenle sosyal medyadaki hızlı paylaşımlar için ‘Dikkat Katili’ adında Fransa’da bir kitap bile yazıldı. Bu yüzden çocuklara okul döneminde mümkün olduğunca ekranı kaldırmak gerekiyor. Eğer tamamen kaldıramıyorsak da en azından medya koruma yaklaşımıyla sadece iletişim amaçlı, gerektiğinde arama yapabilsin diye telefon vermek lazım. Uzun uzun ekran kullanımı olmamalı. Zaten evde anne baba bu konuya dikkat ederse, çocuk da ona göre davranıyor.” ifadelerini kullandı.

“Siber zorbalık ve akran zorbalığı ciddi şekilde yükselişte”

Akran zorbalığına karşı çocukların bilinçlendirilmesi gerektiğini söyleyen Tarhan; “Siber zorbalık ve akran zorbalığı ciddi şekilde yükselişte. Örneğin akran zorbalığı Avrupa Birliği ve OECD ülkelerinde yüzde 10-15 civarında iken, Türkiye’de bu oran yüzde 33’tü ve bazı araştırmalarda yüzde 40’a kadar çıkmış durumda. Bu nedenle Milli Eğitim Bakanlığı Akran Nezaketi adında bir kampanya başlattı. Peki akranlar neden birbirine zorbalık yapıyor? Ergenlik çağında zaten biraz böyle bir eğilim vardır; dürtüler yoğun olur ama son yıllarda bu durum arttı ve dijitalleşmenin etkisiyle siber zorbalık, yani cyberbullying ortaya çıktı. Şu anda birçok gelişmiş ülkede siber zorbalığa karşı Anti-Bullying programları uygulanıyor, eğitimler ve farkındalık çalışmaları yapılıyor. Türkiye’de de Milli Eğitim Bakanlığı, akran zorbalığına karşı sürekli bir program yürütüyor ve çocukları bu konuda bilinçlendirmek için çalışmalar devam ediyor.” şeklinde konuştu. 

“Korkunun hakim olduğu toplumlarda sorunlar büyüyor”

Kurallı ortamda huzur olduğunu belirten Tarhan; “İnsanların birbirine karşı düşmanlaşmasının artması toplumsal gerilim konusunda en önemli konudur. İnsanlar birbirini sevmiyor ama sadece sevmek yetmiyor. Sevginin zayıfladığı, korkunun hakim olduğu toplumlarda sorunlar büyüyor. Korkuyla yönetilen toplumlarla sevgiyle yönetilen toplumlar arasındaki fark da burada ortaya çıkıyor. Sevgiyle yönetilen bir şirket, bir aile ya da toplumda insanlar ilişkilerde daha sağlıklı hareket eder. Eğer orada ‘Kapımızı kapıcıdan başka çalan olmayacak.’ gibi bir güven hissi varsa ya da ‘Karakola düşersem sıra dışı bir şey yapılmayacağından eminim, mahkemeye düşersem hukuk dışı bir şey olmayacak.’ deniyorsa kişi kendini güvende hisseder ve daha rahat hareket eder. Bu, kurallı bir ortamın göstergesidir. Sevgi çok olmasa bile kurallı bir ortam ve düzen varsa huzur vardır. Düzen yoksa, kurallı bir ortam değilse güçlünün zayıfı ezdiği bir yapı halinde şirket veya toplum işliyorsa, orada huzur olmaz.” diyerek sözlerini sonlandırdı. 


 

Paylaş
Oluşturulma Tarihi02 Aralık 2025