Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Ümitsizliğin ilacı bütüncül bakış”
Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Psikoloji Bölümü, Psikoloji Kulübü ve Pozitif Psikoloji Kulübünün düzenlediği ‘Prof. Dr. Nevzat Tarhan ile Psikoloji Sohbetleri’ etkinliğinin dördüncüsü gerçekleştirildi. Katılımcıların yoğun ilgi gösterdiği etkinlikte Tarhan, toplumda çözülme olduğunda sağlıklı bireylerin yetişemeyeceğini belirtti. Aynı zamanda ümitsizliğin ilacının bütüncül bakış olduğunu belirten Tarhan, zorlukların bir gelişme fırsatı olarak görülmesi gerektiğini de kaydetti.
Üsküdar Üniversitesi Güney Yerleşke Fuat Sezgin Konferans salonunda düzenlenen etkinliğe Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan ve İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Deniz Ülke Kaynak başta olmak üzere fakülte akademisyenleri ile öğrenciler katıldı.
“Sosyal psikoloji geleceği olan bir alan”
Sosyal psikolojinin önemli bir alan olduğunu vurgulayan Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Şu anda dünyadaki gidişata baktığımızda, yükselen mesleklerden biri psikoloji. ‘Yapay zeka yerini alacak mı?’ diye çok soru geliyor. Yapay zeka ile terapi alan örnekler gerçekten var. Yani insanlar yapay zekaya girip sorular sorabiliyor. Kişi doğru soruyu sorarsa, doğru cevap alabiliyor. ‘Yapay zekâ öyle yapamaz’ deyip kestirip atmayalım. Mesela, ‘Bende depresyon var.’ derseniz, yapay zeka size bir sürü şey yazar. Şu anda merdiven altı çalışan çok fazla kişi var ve insanlara zarar veriyorlar. Bu yüzden bazıları ‘Terapiye gittim ama faydası olmadı.’ diyerek geliyor. Bakıyoruz, aslında gidilen yer merdiven altı bir yer. Yaşam koçluğu, mentorluk gibi adlarla sunuluyor. Yani ortada bir boşluk varsa ve o boşluk doğru, etik bir şekilde doldurulmazsa başkaları gelip dolduruyor. Bu yüzden meslekte önemli olan şey lisansla bir altyapı kurup sonra seçilen alanda derinleşmektir. Burada sosyal psikoloji geleceği olan bir alan. Bu alana ilgi duyanlar yatırım yaparsa boşa gitmez. Çünkü hala büyük bir boşluk var ve insanlar bu boşluğu doldurmaya çalışıyor. Şu anda pozitif psikoloji 2.0 çıktı. Burada anlam arayışı daha çok ön plana çıkıyor. Merak duyanlar için bu da geleceği olan bir alan. Hem kendimize faydalı olmak hem de başkalarına fayda sağlamak için.” diyerek sözlerine başladı.
“Placebo etkisinin nörofizyolojik temeli var”
Placebo ve nocebo etkilerinden bahseden Tarhan; “Sosyal psikolojide sosyal olaylar sinüzoidaldır. Yükselir, kötülük artar, karamsarlık çoğalır. Sonra çözüm yolları üretilir iyilik artmaya başlar. Kötülük azalır ve iyilik yükselir. Bu döngü böyle devam eder. Şu anda Türkiye’de de bir karamsarlık hâkim. Oysa elimizde birçok pozitif değer var. Özgürlük ortamının kısıtlanması nedeniyle yapay bir karamsarlık oluşmuş durumda. Aslında Türkiye, karamsar olmayı hak edecek bir noktada değil. Fakat duygularını bastıran, kendini ifade edemeyen insanlar ister istemez karamsarlığa yöneliyor. Bu noktada placebo ve nocebo kavramları devreye giriyor. Placebo da kişi aldığı ilacın iyi geleceğine inanırsa, o ilacın yüzde 40 oranında iyileştirici etkisi olabiliyor. Kişi ‘Bu ilaç bana iyi geldi.’ dediğinde gerçekten etkisini hissediyor. 100 kişiden 20-30’unda baş ağrısı geçiyor mesela. Bu 1980’lerde yayınlanan bir çalışmayla ortaya konmuş. ‘Başım geçecek.’ inancı, beyinde endorfin salgılıyor. Beyin harekete geçiyor, ağrıyı kesiyor. Etkisini kaldıran bir ilaç verildiğinde ise ağrı tekrar başlıyor. Placebo etkisinin nörofizyolojik temeli var. Beyinde kimyasal değişim yapıyor, endorfinleri harekete geçiriyor. Şu anda bu mekanizma ilaçla ağrının nasıl geçtiğini açıklayabiliyor. Bir de nocebo var. Nocebo kişi ‘Ben hasta olacağım, başım dönecek.’ diye düşünürse gerçekten başı dönmeye başlıyor. Ortada bir şey yokken bile. Başını sallamaya başlıyor, denge bozuluyor. Beyin hasta olacağına inandığında bu duruma göre pozisyon alıyor. Algı sistemi harekete geçiyor, savunmaya geçiyor ve ilgili kimyasalları üretmeye başlıyor. Yani kişi farkında olmadan o hastalığı davet ediyor çünkü beyin buna inanıyor.” ifadelerini kullandı.
“Toplum bir ekosistemdir”
Toplumda çözülme olduğunda sağlıklı bireylerin yetişemeyeceğini belirten Tarhan; “Toplum bir ekosistemdir. Bu ekosistemin en küçük çekirdeği ise ailedir. Hani hukukta merkezdeki çekirdekten bahsedilir bir tekerleğin iç kısmı gibi. O merkez düzgün işlemezse, tekerlek dönmez. Aynı şekilde bir toplumda da çekirdek aile sağlıklı işlemezse o toplum sağlıklı bir şekilde ilerleyemez. Aile çözüldüğü zaman, toplum ne kadar zengin olursa olsun ne kadar pahalı imkanlara sahip olursa olsun ekosistem sağlıklı yürümez. Çünkü sağlıklı bireyler yetişmez. Bunun bedeli de uzun vadede ortaya çıkar. 30 yıl, 60 yıl sonra sosyal sorunlar olarak karşımıza çıkar. Merkezde anne, baba ve çocuklardan oluşan çekirdek aile vardır. İkinci halkada yakın akrabalar gelir. Sonra sosyal çevre… Bu yapının içinde kişiyi etkileyen stres unsurları vardır. Bu stresler hayat olayları ve travmalardır, ekosistemi bozar.” şeklinde konuştu.
“Psikolojide asıl mesele, bizim olayları nasıl algıladığımızdır”
Duygusal farkındalığın önemini ele alan Tarhan; “Eskiden insan sadece biyopsikososyal bir varlık olarak kabul edilirdi. Aslında insan sadece biyolojik bir varlık değil, biyolojik, psikolojik, sosyolojik ve spiritüel bir varlık. Bu modelle düşündüğümüzde insanı hasta eden şey aslında yaşanan olaylar değil o olaylara karşı aldığımız pozisyondur. Mesela uçurtmayı rüzgar uçurur derler. Hayır, rüzgar uçurmaz. Rüzgara karşı aldığımız pozisyon uçurur. İşte bu yüzden psikolojide asıl mesele bizim olayları nasıl algıladığımızdır. Kişi kendini tanırsa yani duygusal farkındalığı yüksekse sosyal olarak daha az travmatize olur. İlişkilerde yaşanan travmalar da bununla ilgilidir.” dedi.
“Serotonin anlam peşinde koşanların beyninde üretiliyor”
İki türlü mutluluktan bahseden Tarhan; “İnsanın hayatta kalması için bir anlam peşinde koşması çok önemli. Aslında bu yeni bir şey değil Aristoteles de söylüyor bunu. İki tür mutluluk var diyor bir hedonik mutluluk bir de ödomanik mutluluk. Hedonik mutluluk, haz mutluluğu. Dopamin mutluluğu. Dopamin peşinde koşan biri... İnsan isteyince tekrar tekrar istiyor. Asıl beynin sürdürülebilir salgıladığı ise serotonin. Serotonin anlam peşinde koşanların beyninde üretiliyor. Serotonin yavaş ve devamlı olur. Buna yönelik yaşanırsa mutluluk daha kalıcı olur. Bu şekilde bunu öğretebilmek önemli. Bu nedenle psikolojide, psikiyatride birçok kavram şu anda değişiyor. Hesaplamalı yapay zeka da bu alanı etkileyecek. Hesaplanabilir alana girmek bizim işimizi zorlaştırmaz, kolaylaştırır. Çünkü insan psikolojisi hesaplanabilir bir alandır. Matematiksel modelleme yapılabilecek bir alan. Bu nedenle matematik modellemeye ilgi duyanlar geleceği yakalayacak kişiler olacak. Burada yapılan işin matematik modellemesini çıkarabilmek önemli.” ifadelerini kullandı.
“Pozitif psikolojiye ilgi duyan kişi otantik mutluluğu yakalar”
Otantik mutluluğun yakalanması gerektiğini belirten Tarhan; “İnsan bir olayla karşılaştığında kontrol edebildiği olaylar var kontrol edemediği olaylar var. Buna göre beynin frontal lobunda bir karar verilir. Frontal lobda bir jüri vardır. Bu jüri herkes için geçerli bir karar verir. Jüriyi bir yargıç yönetir ve dört farklı üye bulunur. Birinci üye, bilim insanıdır. O, olayın gerçek mi değil mi olduğuna karar verir. İkinci üye, ahlakçı veya ilahiyatçı olandır. O, doğru ve yanlış kavramlarını değerlendirir. Üçüncü üye estetikçidir, güzel ve çirkin arasında bir değerlendirme yapar. Dördüncü üye ise işletmecidir ve kar zarar analizi yapar. Bütün bu analizler yapıldıktan sonra frontal lob yap-yapma, uygun-uygun değil, geçerli-geçerli değil gibi bir karar verir. Bir olayla karşılaştığımızda beynimiz bu tarz bir karar verir. Hayat bir tercihtir. Yaptığımız her şey bir tercihtir ve bu tercihler doğrultusunda ilerleriz. Pozitif psikolojiye ilgi duyan kişi otantik mutluluğu yakalar. Otantik mutluluğu yakalayan bir insan cezaevinde olsa da mutlu olabilir. Sarayda da olsa aynı mutluluğu yakalar.” şeklinde konuştu.
“Ümitsizliğin ilacı bütüncül bakış”
Toplumdaki değerlerin yaşatılmasıyla ümitsizliğe düşülmeyeceğini belirten Tarhan; “Demokratik sistemler sabır ve zaman gerektiren sistemlerdir. Bizim üniversitenin mottosunda da var. Eleştirilebilirlik, hesap verilebilirlik. Eğer eleştiri doğruysa ondan faydalanmalıyız diyoruz. Eleştirilebilir ve eleştiriye açık olan kişi özgüveni yüksek olan kişidir. Eleştiriye kapalı olan kişiler kendilerini zayıf ve kötü hissettikleri için eleştiriden kaçınırlar. Narsist kişiler bunun en büyük örneğidir. Narsistlerin en belirgin özelliklerinden biri sıradan olmaktan korkmalarıdır. Hep başarılı olmak zorundadırlar. Bu yüzden eleştirildiklerinde özgüvenleri düşer ve kendilerini kaybederler. Hani bazı insanlar vardır mezarlıkta ıslık çalarlar ve ‘Ne cesur adam.’ dersiniz. Aslında korkusuyla savaştığı için öyle yapıyor. Gerçekte korkak olan o kişidir. Çünkü ıslık çalarak korkusunu yenemediği için patolojik bir savunma mekanizması geliştirir. İkinci önemli şey özgürlükçülüktür. Pozitifçiliğin karşısında despotizm vardır. Despotizm, kendi fikrini zorla kabul ettirmektir. Üçüncüsü, çoğulculuktur. Farklı fikirlere fırsat tanımaktır. Eğer herkesin kendiniz gibi düşünmesini istiyorsanız bu totaliter bir yaklaşımdır. Dördüncüsü ise katılımcılıktır. Bir insan seyahate giderken veya bir şey yaparken görüş alarak, danışarak hareket ediyorsa bir sorun olduğunda birlikte çözüm üretirler. İnsanlık, 2’nci Dünya Savaşından sonra bu değerlerin kıymetini fark etti. Biz de bu değerleri hayatımıza katmalıyız. Toplumda değerleri yaşatırsak ümitsizliğe düşmeyiz. Ümitsizliğin ilacı bütüncül bakış. Bu şekilde zorluklarla mücadele etmek daha kolay olur ve ümitsizliğe düşmek daha az olur.” dedi.
“Krizden güçlenerek çıkarsanız psikolojik savunma sisteminiz güçlenir”
Zorlukların bir gelişme fırsatı olarak görülmesi gerektiğini belirten Tarhan; “Fiziksel bütünlüğümüz tehdit altında olduğunda kaslarımız gerilir, sinir uçlarımız ağrı verir ve sancı hissederiz. Psikolojik bütünlüğümüz bozulduğunda da anksiyete hissederiz. Anksiyete aslında temelde korkudur. Psikolojik bütünlük dağılmak üzere olduğunda anksiyete hissederiz. Ağrıda nasıl ağrı kesici alırsak burada da anksiyeteyi gideren bir ağrı kesici kullanırız. Psikolojik bütünlüğü tehdit eden neyse onu bulup oradan güçlenerek çıkmamız gerekir. Krizden güçlenerek çıkarsanız psikolojik savunma sisteminiz güçlenir ve ego gücünüz artar. Bir olay karşısında savaşmak yerine o olaydan bir şey öğrenip ve güçlenerek çıkmamız lazım. İnsan her zorlukta bir çıkış yolu bulma kapasitesine sahiptir. Bütün bu olaylar bizi geliştirmek için vardır.” ifadelerini kullandı.
“İnsan psikolojisi de bir deniz gibi”
Öğrencilere tavsiyelerde bulunan Tarhan; “Newton’un bir sözü var, ‘Gerçekler denizinin kenarında oynayan çocuklar gibidir.’ diyor. Devrim yapmış bir insan, hakikatler karşısında bulduğu şeyin aslında çok küçük bir parça olduğunu söylüyor. Koca bir deniz var ve biz onun kenarında oynayan çocuklar gibiyiz. Bu şekilde düşündüğümüzde insan psikolojisi de bir deniz gibi. Biz de bu denizde keşif yolculuğuna çıkacağız. Denizde en iyi keşfi dalgıçlar yapar. Dalgıçların özel donanımları vardır. Yerin altına girmek için oksijen tüpleri ve başka ekipmanlarla donanmışlardır. Ne kadar derin dalgıçlar gelişmişse o kadar derine inebilir ve incileri, hazineleri çıkarabilirler. Bunun için eğitim alırlar. Sizler de insan psikolojisinin derinliklerine inebilmek için derinliğe nasıl dalınması gerektiğini öğrenmelisiniz. Çünkü birdenbire hakikate ulaşmak mümkün değil.” diyerek sözlerini sonlandırdı.