Prof. Dr. Nevzat Tarhan, kanser virüsü gibi yayılan ‘O Bağımlılığa’ dikkat çekti…
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Başakşehir Belediyesi tarafından düzenlenen Düşünce Akademisinin konuğu oldu. İlginin yoğun olduğu programda “Neden Son Sığınak Aile?” başlığında söyleşen Tarhan, aileyi toplumu koruyan bir iç kale olarak tanımladı, çocukların güvenli bir ortamda büyümesinin önemine dikkat çekti. Dijital dünyada ailenin öneminin arttığını vurgulayan Tarhan günden güne yaygınlaşan dijital kumar bağımlılığının altını çizdi. Tarhan, “Biz şu anda dijital kumardan dolayı hastaları yatırıyoruz. Aileler berbat oluyor, iş adamları, şirketler iflas ediyor. Çok ciddi bir sessiz salgın var şu anda. Bu, kanserin virüsü gibi yayılıyor.”

Başakşehir Belediyesi Şehir Sanat Konferans Salonunda düzenlenen söyleşinin moderatörlüğünü Onur Kesepara üstlendi.

“Evin güvenli ortamının içinde çok güvensiz bir açık oluşuyor”
Ailenin, toplumu koruyan iç kale olduğunu belirten Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Toplumu, bireyleri, çocuğu, insanı koruyan zorunlu hukuki normlar var. Hukuki normların, yasal kurallarla aileyi koruması lazım, insanın korunması gerekiyor. Olumsuz dış etkilere, kültürel savrulmalara karşı hukuki normların olması şart ama bu normlarımız zayıf. Küresel olarak da zayıfladı. İkincisi, sosyal normlardır. Gelenek, görenek gibi… Bu mahalle baskısı denilerek biraz değersizleştirildi ve sosyal normlar da zayıfladı. Gelenek karşıtı akımlar ortaya çıktı. Üçüncü olarak insanı koruyan kurum aile. Aile iç kale gibidir. Dış kaleler yıkıldığı zaman iç kaleye sığınılır. Dış kalelere hukuki normlar dedik, sosyal normlar dedik. İç kale ise evdir. Fakat şu anda bu iç kalede, evin güvenli alanı içerisinde bir açık kapı var. Bunlar tabletler ve dijital platformlar. Evin güvenli ortamının içinde çok güvensiz bir açık oluşuyor. Çocuklarımızı gözümün önünde zannediyoruz ama aslında öyle olmuyor.” diyerek sözlerine başladı.
Gönüllü emperyalizmden aile koruyacak!
Gönüllü emperyalizmin yaygınlaştığından bahseden Tarhan; “Kültür aktarımını eskiden aile yapıyordu. Anne, baba, anneanne, babaanne… Kültür aktarımı onların üzerinden olurdu. ‘Oğlum şöyle davran, kızım böyle davran. Şuna dikkat et, böyle giyin. Yalan söyleme, merhametli ol, vicdanlı ol. Başkasının hakkına saygılı ol…’ Bütün bunlar küçük yaşta öğrenilir çünkü bunlar hikayelerle, anılar biriktirilerek, yaşayarak öğrenilir. Kitaptan öğrenilmez. Çocuk, aile içinde bir şey yaşar bir olay olur bir davranış görür ve o beyinde bir anı olarak yer eder. Hayat senaryosu olarak yazılır. O yazılan hayat senaryoları ileriki yaşlarda çekirdek gibi durur, kişi büyüdükçe onlar da gelişir. Aktörler değişir ama temel senaryolar aynı kalır. Bunlar küçük yaşta kazanılır. Çocuk internete girdiği zaman popüler kültür ve Hollywood kültürünün içinde kalıyor. Bir de artık gönüllü emperyalizm var. Eskiden Afrika’yı, başka yerleri zoraki emperyalizmle sömürmüşler. Şimdi ise gönüllü emperyalizm… Bir oyun yapıyorlar bir eğlence endüstrisi oluşturuyorlar. O endüstri içinde bir kıyafet çıkıyor herkes birkaç ay içinde o kıyafeti giyiyor, elinde zaten birçok kıyafet olmasına rağmen. Böyle bir gönüllü emperyalizm tarzında giden bir uygulama var. Buna karşı koruyacak şey ise aile kurumu.” ifadelerini kullandı.

“Bütün iyiliklerin kapısını tevazu açar”
Kibir duygusunun karşıtının tevazu olduğunu dile getiren Tarhan; “İmam Gazali Hazretleri'nin Kimyâ-yı Saâdet’te çok güzel bir tespiti var. ‘Bütün kötülükleri bir odaya doldursanız, kapısını kibir açar.’ diyor. Kibir, büyüklük duygusudur. Hakikaten bütün kötülüklerin kapısını kibir açar. Bunun karşıtı da tevazudur. Bütün iyiliklerin kapısını da tevazu açar. Bu kendini karşı taraftan sürekli aşağı görmek, hep verici olmak demek değil. Ne ezeceksin ne ezdireceksin. İlişkilerde kimseyi küçük görmeyeceksin. IQ’su 50–60 olan bir insanı bile küçümsemeyeceksin. Çünkü her insan orijinaldir, biriciktir. Hiç ummadığın bir kimsede senden üstün bir taraf çıkabilir. Bir de insanlarda şu an başarı odaklı bir yaşam felsefesi var. Halbuki başarı toplam başarıdır, hayatın sonunda belli olur. Şu anda ‘Ben başarılı bir insanım.’ diyemezsin. Çünkü beş sene sonra ne olacağı belli değil…” şeklinde konuştu.
“Kaliforniya sendromu artık küresel medeniyet sendromu oldu”
Gayrisafi milli hasılanın artmasına rağmen mutluluğun azaldığını söyleyen Tarhan; “Kaliforniya sendromu artık küresel medeniyet sendromu oldu. Bunun bazı belirtileri var. Bunlardan bir tanesi haz odaklı yaşam. Yaşamın amacı olarak haz peşinde koşmayı yücelten bir anlayış. Yemek, içmek, eğlenmek… Haftada beş gün çalışıyor, iki gün eğlenecek. Eğlenmediği zaman depresyona giriyor ortalama bir Amerikalı. On kişi yarışıyor yedi kişi kaybediyor, üç kişi kazanıyor. O yedi kişi mutsuz oluyor. Yüzde 70, 80’ini mutsuz eden bir sistem doğru bir sistem değil. Şu anda Amerika’da 1950’lerde kişi başı gayrisafi milli hasıla 20 bin dolarmış. Şimdi kişi başı 70 bin dolar civarında. Her şeye rağmen mutluluk aşağıya gidiyor.” dedi.

“İnsanın birden fazla rolü var”
Ailedeki rollere vurgu yapan Tarhan; “Bizim kültürümüzde ataerkil kültür hâkim. ‘Yuvayı dişi kuş yapar’ denir. Halbuki insanın birden fazla rolü var. Kadın çalışıyorsa o da bir iş insanı, erkek de iş insanı olabilir. Aynı zamanda baba rolü var, eş rolü var. Bir de iş adamı, iş insanı rolü var. Şimdi iş insanı rolünü yaptı mı, sanki baba rolü önemli değil, eş rolü önemli değil… Bu rolleri yok sayıyor. Sadece iş insanı rolünü benimsiyor. ‘Eve ekmek getiriyorum, daha ne istiyorsun?’ diyor. Oysa kadının istediği aslında sevgi dolu bir bakış, bir tebessüm, birkaç güzel söz, bir sıcak dokunuştur… Bunlar çok zor ya da çok pahalı şeyler değildir.” ifadelerini kullandı.
“Bizim kültürümüzde eleştirinin dozu kaçıyor”
Evin güvenli alan haline getirilmesi için çalışmalar yapılması gerektiğini söyleyen Tarhan; “Ailede evi nasıl güvenli alan haline getiririz? Buna odaklanmamız gerekiyor. Çocuk eve koşa koşa, severek geliyorsa, evi seviyorsa o evde iyi bir atmosfer, iyi bir iklim vardır. Problem olabilir ama her yaşanan problem bir öğrenme fırsatıdır, bir fırsat eğitimidir. Bir kriz yaşanır, kavga olur, tartışma olur ardından bir şeyler öğrenilir. Herkes öğrenir bundan. Böyle bir durum olduğunda çocuğa ‘Bak, bu bize ne öğretti evladım?’ denebilir. Mesela bizim kültürümüzde eleştirinin dozu kaçıyor. Anne baba bazen anne baba gibi değil de sanki vaaz veren, konferans veren biri gibi davranıyor. Bir sabah kahvaltısı bakıyorsun, bir anda bir vaaza dönüyor. ‘Anne yine mi ders anlatacaksın, yine mi soru soracaksın?’ diyor çocuk.” şeklinde konuştu.

“En güzel hediye ona ayrılan zamandır”
Çocukla yatay ilişki kurulması gerektiğini belirten Tarhan; “Bazı çocuklar anneye kafa tutuyor, bazıları da içe kapanık oluyor. Bunlar çok sık rastladığımız durumlar. Bir anne babanın çocuğa verebileceği en büyük hediye ona ayrılan nitelikli beraberlik, nitelikli zamandır. En büyük hediye budur. Hediye almak, akıllı telefon almak değildir. En güzel hediye ona ayrılan zamandır. Bu birlikte geçirilen zaman kaliteli olacak ama monolog şeklinde değil diyalog şeklinde olacak. Yani anne oturup konuşur çocuk sadece dinler, bu değil. Karşılıklı, empatik bir dinleme olmalı. Anne çocuğunu dinleyecek, dinlediğini belli edecek, gerekiyorsa not alacak. ‘Bu problemi nasıl çözeceğiz?’ diye soracak. Çocuğa zaman ayırıp birlikte yatay bir ilişki kuracak. Dikey ilişki değil. Biz aile olarak çocuğumuzla dikey ilişki kuruyoruz. Buyurgan, hükmedici bir ilişki… Çocukla yatay ilişki kurmak onu şımartmak demek değildir. Bazı aşırı koruyucu anneler çocuğun yerine geçiyor. Oysa iki türlü kaptanlık vardır. Biri dümenli kaptanlık biri kılavuz kaptanlık. Annelik, çocuğun yerine geçip onun yapması gerekeni yapmak değildir. Anne kılavuz kaptan olmalıdır.” dedi.
Evlilik kurumuna girdiysen, boşanmayı seçenek olarak düşünmeyeceksin!
Boşanmanın faturasını çocukların ödediğini söyleyen Tarhan; “Şu anda da en çok zorlandığımız şeylerden biri, parçalanmış aileler. Burada çocuk yetiştirme meselesi önemli. Yani karı kocalıktan boşanma vardır ama annelik ve babalıktan boşanma yoktur. Onun için anne baba boşanırken çocuğun iyiliği için boşanmak ayrı bir şeydir. Evlilikte boşanma bir seçenek değil, sonuçtur. Eğer ‘Olmazsa boşanırız.’ diyorsanız, o evlilikte olgunluk yoktur. Bir cerrah, ameliyata girse, ameliyatın ortasında ‘Of, sıkıldım, bırakıyorum.’ diyebilir mi? Diyemez. Bir uçak kaptanı uçağı kullanırken ‘Ben sıkıldım, bırakıyorum.’ diyebilir mi? Diyemez. Evlilik de böyle bir kurumdur. Evlilik kurumuna girdiysen, boşanmayı seçenek olarak düşünmeyeceksin. Sonuç olarak, her şeye rağmen evliliğin devamı için elinden gelen her şeyi yaptıysan ve başka çare kalmadıysa o zaman ayrılık bir sonuçtur. Bu durumda da çocukların iyiliği için anne baba konuşabilmeli. Olgun ayrılanlar, el sıkışarak ayrılanlar bunu yapabiliyor. Öbür türlü çocuk anneye gidiyor, anne babayı kötülüyor. Babaya gidiyor, baba anneyi kötülüyor. Böyle durumlarda en çok faturayı çocuklar ödüyor.” ifadelerini kullandı.

“Benlik algısıyla benlik seviyesi arasındaki makas ne kadar yakınsa bu olgunlaşmadır”
Benlik seviyesi ve benlik algısı kavramlarına dikkat çeken Tarhan; “Kaygılı çocuklarda genellikle sorumluluk duygusu yüksek oluyor. Mükemmeliyetçi, sorumluluk duygusu yüksek… ‘Hata yapmayayım.’ diye çabalıyorlar. Sınavlarda da böyle çocuklar görüyoruz. Bu aslında iyi bir şey. Çocukta sorumluluk duygusu yüksek hata yapmak istemiyor. Anne babadan bol sevgiyle büyümüş bir çocuk oluyor çoğu zaman. Onlara mahcup olmamak için kendine aşırı yükleniyor. İnsanın bir benlik seviyesi vardır bir de benlik algısı vardır. Bu çocuklarda benlik algısı daha aşağıda oluyor. Kendini olduğundan daha düşük görüyor; ‘Hata yapacağım, bir şey olacak.’ diye kaygılanıyor. Bazı çocuklarda da tam tersi anneye babaya kafa tutanlarda benlik algısı daha yüksekte oluyor. Anneye babaya itiraz ediyor, kafa tutuyor. Benlik algısıyla benlik seviyesi arasındaki makas ne kadar yakınsa bu olgunlaşmadır. İnsan normalde 21–22 yaşlarında bu olgunlaşmayı yakalıyor. Ergenler bunu yaşayarak, hata yapa yapa öğreniyor.” şeklinde konuştu.
“Ciddi bir sessiz salgın var”
Bağımlılığın ciddi bir beyin hastalığı olduğunu dile getiren Tarhan; “Kumar bağımlılığı da buna dahildir. Hele şu anda çok yanlış bir şey yapıldı. Kumar, bahis yasal hale getirildi. Cep telefonlarından… Biz şu anda dijital kumardan dolayı hastaları yatırıyoruz hastaneye. Aileler berbat oluyor, iş adamları, şirketler iflas ediyor. Çok ciddi bir sessiz salgın var şu anda. Ekonomiyi berbat ediyor, aileyi berbat ediyor. Bu, kanserin virüsü gibi yayılıyor. Yani yayılıyor. Böyle vakalar geliyor. Zaten bağımlılarda yapılan beyin görüntülemelerinde, davranışsal bağımlılık denilen bir durum var. Kumar, dijital bağımlılık gibi. Normalde insan beynindeki ödül yolları, ödül patikaları gibidir. Bağımlılarda ise bu ödül yolları otoban gibi oluyor. Doymuyorlar, ödüle doymuyorlar. Oynuyorlar, doymuyorlar. Çoğu ‘Daha çok kazanacağım.’ diye başlıyor. Bir sürü borca giriyor, ‘Borcumu kurtaracağım’ diye oynuyor. Çılgınca oynuyor, ‘Bir defa daha deneyeyim.’ diyor. Bütün kazandığını kaybediyor. Kumarda her zaman kasa kazanır. Kişi kazanmaz. Bunu bilmek lazım. Kumarda kazanan hep kasadır. İki kişi oynar, biri kazandım zanneder ama sonuçta hiç kimse kazanamaz.” diyerek sözlerini sonlandırdı.

Söyleşinin sonunda Prof. Dr. Nevzat Tarhan’a belge takdim edildi.

Program toplu fotoğraf çekimiyle sona erdi.

