Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Anoreksiya, nasihatle düzelmez!”

11 - Sürdürülebilir Şehirler ve Topluluklar16 - Barış Adalet ve Güçlü Kurumlar17 - Amaçlar İçin Ortaklıklar

Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, EKOL TV’de yayınlanan Balçiçek ile Bu Gece programının canlı yayın konuğu oldu. Tarhan, “Güzel görünmek ve zayıflamak uğruna kadınların psikolojileri ile toplumda ve eğlence kültüründeki yozlaşma” konularına ilişkin dikkat çekici değerlendirmelerde bulundu. Anoreksiya vakalarının küresel ölçekte hızla arttığını dile getiren Tarhan, bunun bir beyin hastalığını olduğunu söyledi. Anoreksiyada zorunlu tedavi olması gerektiğini vurgulayan Tarhan, bu hastalığın nasihatle düzelmeyeceğini belirtti. Dijital vitrinlerin gençleri ciddi şekilde etkilediğini de belirten Tarhan, gençlerin sosyal medyada gördükleri kişilere özendiğini ve onları taklit ettiklerini söyledi. 

“Anoreksiya vakaları küresel ölçekte hızla artıyor”

Prof. Dr. Nevzat Tarhan EKOL TV Canlı yayında, Nihal Candan’ın ölümüyle bir kez daha gündeme gelen Anoreksiya nervoza hastalığını kapsamlı bir şekilde ele aldı. Hastalığın bir beyin hastalığı olduğunu söyleyen Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan küresel düzeyde hastalığın arttığını kaydetti. Tarhan; “Anoreksiya vakaları küresel ölçekte hızla artıyor. Anoreksiya nervoza, bir beyin hastalığıdır. Bu hastalıkta beynin beden imajını algılama biçimi bozuluyor. Beyinde beden imajıyla ilgili insular korteks ve fusiform gibi bölgeler ödül ve kontrol sistemiyle bağlantılı. Bazı bireylerde bu bölgelerde genetik yatkınlık nedeniyle risk artar. Kişi 29 kilo olmasına rağmen kendini 150 kilo gibi algılar. Bu bir his meselesidir yalan söylemiyor gerçekten de öyle hisseder. Örneğin, kişi 29 kilodan 23 kiloya düşse bile hala kendini 150 kilo gibi algılayabilir. Beyni ona bu oyunu oynar. Bu durumda kişi artık yalnızca nasihatle, ikna ya da klasik terapi yöntemleriyle iyileşemez. Ancak hastalığın erken dönemlerinde belirtiler hafifken çözüm yolları daha kolaydır. İleri aşamalarda ise beynin nöroplastisitesi bozulur ve beyindeki network zarar görür. Bir noktadan sonra beyin bu bozulmuş algıyı normal olarak kabul etmeye başlar. Artık o kişiyi ikna ederek veya inandırarak değiştiremezsiniz. Bu evrede kişinin uzun süreli hastane tedavisi alması gerekir.” diyerek sözlerine başladı.

“Bu rahatsızlık nasihatle düzelmez”

Anoreksiyada zorunlu tedavi olması gerektiğini belirten Tarhan; “Psikiyatrik hastalıklar yalnızca psikolojik değil aynı zamanda nöropsikolojik boyutu olan hastalıklardır. Geçmişte bu tür rahatsızlıklar için ‘Kişi isterse tedavi olur, istemezse olmaz.’ anlayışı hakimdi. Hastanın özgür iradesine bırakılırdı. Ancak artık bu yaklaşım değişti. Yeni beyin araştırmaları bu kişilerin nöral ağlarında bozulmalar olduğunu ortaya koyuyor. Beyin haritalama yöntemleri sayesinde bu bozulmalar tespit edilebiliyor. Yeme bozukluklarına özel hazırlanmış network veri tabanları mevcut. Kişinin beyin haritası çıkarılıyor ve bu veri tabanı ile karşılaştırılarak hangi bölgelerde bozulma olduğu belirleniyor. Bu sistemin adı SW-LORETA olarak bilinen bir QEEG yani beyin haritalama sistemidir. Bu yöntemle kişinin beyninde hangi bölgelerin işlevinde bozulma olduğunu harita üzerinde gösterebiliyoruz. Bu bulgular kişiye gösterildiğinde tedaviye ikna süreci çok daha kolay oluyor. Çünkü bu rahatsızlık nasihatle düzelmez. Biyolojik, somut bir hastalıktır. Bu nedenle kişinin vücut kitle indeksi 18’in altına düşmeye başladığında bu durum artık özgür irade kapsamında değerlendirilemez. Zorunlu tedavi gerekir. Çünkü kimsenin kendine zarar verme özgürlüğü olamaz. Bir kişi ‘10. kattan atlayacağım.’ dediğinde ‘Bu senin özgürlüğün.’ diyebilir miyiz? Bu durum ondan hiçbir farkı yok.” ifadelerini kullandı.

“Bazı bireyler estetik kaygı üzerinden aşırı kontrol geliştirebilir” 

Bazı bireylerin estetik kaygıya aşırı düşkün olabileceğini dile getiren Tarhan; “Stres altındaki beyinde dopamin ihtiyacı artar. Beyin dopamini hızla tüketmeye başlar ve kişi haz arayışına yönelir. Hazza karşı bir zaaf gelişir. Eğer kişi fiziksel görünümü yücelten bir kültürel ortamda yetişmişse bu haz arayışı beden algısına yönelir. Bu nedenle bazı bireyler estetik kaygı üzerinden aşırı kontrol geliştirebilir. Bazı kişilerde ise bu haz arayışı madde kullanımıyla benzer etki yaratır. Yani beyinde benzer biyokimyasal süreçler devreye girer. Bu durumda genetik altyapı da önemli bir rol oynar. Örneğin serotonin taşıyıcı geni (5-HTT) beyindeki serotonin düzenlemesini etkiler. Bu genin SS aleli taşıyan bireylerde gen yavaş çalışır ve kişi strese karşı daha duyarlı hale gelir. Ufak bir stres bile beyinde serotonin eksikliğine yol açabilir. Bu da depresyon ya da anksiyeteye zemin hazırlar. Bunlar birer hastalık geni değil risk genleridir. Yani bu genetik yatkınlık kişinin strese karşı savunmasızlığını artırır. Bu bilgilerle artık biyolojik boyutlar bilimsel olarak kanıtlanmış durumda. Eğer bireyde biyolojik bir yatkınlık tespit edilirse tedavi sürecinde daha kararlı ve disiplinli bir yaklaşım izlenmesi gerekir.” şeklinde konuştu.

“Kişi ne kadar çok tüketirse o kadar mutlu olacağına inandırılıyor”

Seratonin temelli mutluluğun daha kalıcı olduğunu söyleyen Tarhan; “Endokrinolog Dr. Robert Lustig, 2017 yılında  ‘Amerikan Beyninin Hacklenmesi: Beynimiz ve Bedenimizin Nasıl Ele Geçirildiğinin Bilimi’ adlı bir kitap yazdı. Bu kitapta Lustig, günümüzde hakim olan hedonistik yani haz odaklı yaşam felsefesini eleştiriyor. Aslında bu ayrım 2 bin 500 yıl önce Aristoteles tarafından da yapılmıştı. Aristoteles mutluluğu ikiye ayırır. Hedonistik mutluluk, hazzın peşinde koşulan kısa süreli dopamin temelli mutluluktur. Ödomanik mutluluk ise anlam ve amaç odaklı daha kalıcı serotonin temelli mutluluktur. Lustig’e göre modern toplum özellikle Amerikan kültürü, tüketim çarkı içinde insanları sürekli haz peşinde koşmaya yönlendiriyor. ‘Kazan, tüket, harca’ döngüsü nöropazarlama teknikleriyle beynin dopamin sistemi üzerinden bireyleri etkiliyor. Bu sistemde kişi ne kadar çok tüketirse o kadar mutlu olacağına inandırılıyor. Ancak bu beyni biyolojik olarak yoruyor ve uzun vadede gerçek tatmini engelliyor.” dedi.

“Artık popüler olan değerli kabul ediliyor”

Yeme bozukluğunun beden algısını derinden etkilediğini belirten Tarhan; “Günümüzde değerlilik ölçüsü değişti. Artık popüler olan görünür olan değerli kabul ediliyor. Bu anlayış özellikle yeme bozukluklarında beden algısını derinden etkiliyor. Bu nedenle biz tedavinin erken dönemlerinde beden nötralitesi yaklaşımını uyguluyoruz. Buradaki amaç kişinin bedenine dair değer yargılarını sadece dış görünüş üzerinden değil bedenin işlevi üzerinden kurmasını sağlamak. Yani kişi ‘Ben bedenimle değil bedenimin bana sağladığı işleve göre varım. Bedenim bir araç yaşamak, hareket etmek, üretmek için bir görev üstleniyor.’ diyebiliyor. Bu yönteme beyin nötralitesi tedavisi deniyor. Ayrıca bu tedaviyi desteklemek amacıyla sanal gerçeklik teknolojisini de kullanıyoruz. Viyana merkezli geliştirilen bir VR programını hastanemizde uygulamaya aldık. Başta kendimiz yazılım geliştirmeyi planladık ama bu programın çok iyi tasarlandığını görünce onu kullanmaya karar verdik. Bu uygulamada kişi üç boyutlu ortamda kendi beden imajını görüyor. Bu gerçek gibi hissedilen bir deneyimle kişide yüksek düzeyde anksiyete yaratıyor. Ancak bu anksiyeteyi kontrollü bir şekilde tekrar tekrar yaşadıkça kişi zamanla duyarsızlaşıyor. Böylece beynin beden algısı yeniden yapılandırılıyor ve korku azalıyor. Bu süreç sadece klasik psikoterapi ile değil mutlaka nöropsikiyatrik tedavi ile desteklenmelidir.” ifadelerini kullandı.

“Popülerliği kutsallaştıran küresel bir sistem var”

Popüler kültürün narsisizm salgınına yol açtığını söyleyen Tarhan; “Yeme bozukluklarının tedavisinde mutlaka aile araştırması da yapıyoruz. Çünkü çocuk evde hangi değerlerle büyütülmüşse zihinsel altyapısı da ona göre şekilleniyor. Eğer fiziksel görünümün yüceltildiği hatta kutsallaştırıldığı bir aile ortamı varsa çocuk ‘Fiziksel görünümüm iyiyse değerliyim, değilse değersizim.’ diye düşünüyor. Bu beyinde ciddi bir anlam kaymasına ve sonunda anlam yitimine yol açıyor. Popülerliği kutsallaştıran küresel bir sistem var. Hatta bunu zaman zaman sanatsal özgürlük adı altında meşrulaştırıyorlar. Oysaki bu sistem insan beyninin biyolojik zaaflarını hedef alıyor. Bu zaaflardan biri de görünür olma arzusu. İnsan beyni özellikle cinsellik ve şiddet gibi uyaranlara karşı çok duyarlıdır. Kendini sergileme isteği de bu biyolojik yapının bir parçasıdır. Bu özellik herkeste vardır ama bazı yönleri cinsiyete göre değişir. Kadın beyninde, fiziksel görünüm üzerinden kendini sergileme eğilimi daha baskındır. Erkek beyninde ise daha çok erotizm odaklı uyarılma ön plandadır. Küresel kapitalist sistem insanları bu zaafları üzerinden tuzağa düşürüyorlar ve bunu yalnızca ticari kazanç uğruna yapıyorlar. Ancak bu sistemin ağır sonuçları artık görünmeye başladı. Özellikle ergenlik döneminde bu kültür gençlerde narsisizm salgınına yol açıyor. Çünkü görünürlük, popülerlik ve dış onay sürekli yüceltiliyor. Bu nedenle anlam odaklı bir yaşam felsefesinin küresel ölçekte yeniden ön plana çıkarılması gerekiyor.” şeklinde konuştu. 

“Bu psikotik düzeyde bir anoreksiya vakasıdır”

Son dönemde gündeme gelen vaka hakkında konuşan Tarhan; “Bu psikotik düzeyde bir anoreksiya vakasıdır. Bu düzeyde artık bireyin gerçeklik testi bozulmuştur. Yani beynin gelen bilgilerin gerçek olup olmadığını analiz eden network sistemi düzgün çalışmaz hale gelir. Bu sistem bozulduğunda kişi sanki ayrı bir evrende yaşıyormuş gibi olur. Zihninde kendi oluşturduğu sahte ama ona göre tutarlı bir gerçeklik vardır. Bu dünyada çoğu zaman mutsuz da değildir. Biz dışarıdan acı çektiğini düşünsek de o kendi kapsüllü dünyasında yaşamayı sürdürür. Yemek yemek bu birey için bir tehdit hatta bir düşman gibi algılanır. Çünkü beyin yeme davranışını tehlike olarak kodlamıştır. Bu durumun arkasında beynin bazı bölgelerinin genel beyin bütünlüğünden koparak bağımsız çalışması vardır. Yani kişi beynin geri kalan işleyişinden izole bir sistem içinde yaşar. Bu düzeyde bir bozulmada artık klasik terapi yöntemleri yeterli olmaz. Kişinin beyninde bozulan nöroplastisiteyi tamamen yeniden yapılandıracak bir tedavi süreci gerekiyor.” dedi.

“Dijital vitrinler gençleri ciddi şekilde etkiliyor”

Dijital vitrin kavramını ele alan Tarhan; “Dijital vitrinler gençleri ciddi şekilde etkiliyor. Gençler sosyal medyada gördükleri kişilere özeniyor onları taklit etmeye başlıyor. Bu durum özellikle duygusal farkındalık seviyesi düşük bireylerde daha yaygın görülüyor. Farkındalık iki türlüdür. Zihinsel farkındalık, düşüncelerinin farkında olmaktır. Duygusal farkındalık ise hissettiklerini tanıyıp yönetebilmektir. Anoreksiya gibi durumlarda genellikle duygusal farkındalık bozulmuştur. Kişi kendi duygularını fark eder ama onları analiz edip yönetemez. Bu bireyler duygularının etkisine çabuk kapılır ve duygusal okuryazarlıkları zayıf olduğu için bu duyguları nasıl yöneteceklerini bilemezler. Sonuçta küçük bir duygu tetiklenmesiyle hemen sosyal medya vitrininde gördüklerini taklit etmeye başlarlar. Bu noktada biz tedavi sürecinde emosyonel regülasyon çalışmaları yapıyoruz. Kişi duygularını tanımayı ve yönetmeyi öğrendiğinde dijital vitrinlere karşı da hayır diyebilme gücünü kazanıyor. Burada sıklıkla gözden kaçan bir konu var. Genç bireylerin kendi iç keşif yolculuğuna çıkmaları sağlanmıyor. Toplum, onlara sürekli dış onaya dayalı bir mutluluk modeli sunuyor. Oysa gerçek mutluluk bireyin içsel dünyasında ve içsel sorumluluk duygusuyla inşa edilir. Modernizmin en büyük zihinsel dönüşüm hatası da burada başlıyor.  İnsanlara dışsal mutluluk öğretiliyor ama anlam temel, içsel bir yaşam felsefesi kazandırılmıyor.” diyerek sözlerini sonlandırdı.

 


 

Paylaş
Oluşturulma Tarihi25 Haziran 2025