TARHAN Ailesinin Soy Ağacı

Obsesyona DNA analizi ile ilaç çözümü

Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, TV Gazetecisi Emel Özuğur’un Instagram canlı yayınına konuk oldu. Takıntılar, kaygı bozukluğu ve suçluluk duygusunun nedenleri ile tedavi yöntemlerine ilişkin değerlendirmelerde bulunan Tarhan; “Tedavi olmak isteyen kişi zeki ise bizi çabuk kavrıyor ama inatçıysa bizi çok zorluyor. Kişiler o kadar büyük bir noktaya geliyor ki içlerinde ikinci bir insan var gibi görüyorlar. Bu bütün takıntılar için geçerli. Kişi bunun hastalık olduğunu biliyorsa tedavi kolay, bilmiyorsa zor. Tedavilerimizi uzun süren seanslarla yaptığımız gibi DNA analizi yapıp ilaç vererek de gerçekleştirebiliyoruz. Bunu Türkiye’de ilk kez yapıyoruz.” dedi.


Obsesyona DNA analizi ile ilaç çözümü

“Duygu; önceden şairlerin, edebiyatçıların alanı olarak görülürdü”

Hayatta mutluluğun temelinin ‘dengeyi yakalamak’ olduğunu ifade eden Tarhan; “Buna pozitif psikolojide ‘alignment’ deniyor bu İngilizce karşılığı, Türkçede ‘tama yan hizalama’ diye çevirebiliriz. Diğer bir karşılığı da Türkçede, askerlikte yanaşık düzen vardır ya böyle bir düzen içinde yaşama ritmi, başkalarıyla belli bir mesafede, mesafeyi koruyarak hareket edebilme becerisi işte buna ‘alignment’ deniyor. Bilgisayarda ekran çıkınca alignment yapılır, hizalama deniyor, mesafe ayarlama, ekranı ayarlama…vs. Aynı şekilde bizim de bu Covid ile birlikte alignment becerimiz bozuldu. Hatta Covid’den önce bozulmuştu şimdi iyice bozuldu. Alignment ya da buna hizalama becerisi de diyebiliriz, ilişkileri hizalama becerisi. Peki, bu nasıl oluyor? Bu konu duygularımızı yönetmekle ilgili. Bu beceri de nörobilimin, bilimin menziline yeni girdi. 1990’larda, duyguların bilimsel bir kategori oluşturduğuna dair bir duygusal zekâ kitabı yazıldı, ondan sonra psikolojik devrim yaşadı. Daha önce duygu, şairlerin, edebiyatçıların alanı olarak görülüyordu. Şimdi duygu ve duyguyu yönetmek, duygusal okur yazarlık, karşı tarafın duygularını okumak, kendi duygularını okumak ve bununla ilgili regülasyon yapmak konuları var. Ben bununla ilgili bütün kitaplara baktım. Bu aslında nefis terbiyesi, bizim kültürümüzde olan Mevla’nın en üst derece yaşattığı nefis terbiyesi, tasavvuf kültürü, aynı zamanda da peygamber ahlakı. Bu ahlak bizim için. Şuanda da Batılılar için yeni bir bilim dalı olarak sistematize ettiler. Ben bunu 2009’da görünce kanıma dokundu. Mesnevi Terapi, Aşk Terapi kitaplarını kaleme aldım. Bu kitapları yazmamım en önemli sebeplerinden biri bu. Bunun üzerine bizim kültürümüzü aldılar bize satıyorlar. Şu anda emin olun bütün Batı bunu yapıyor, referans da vermemiş maalesef.” diye konuştu.

“Kültürümüz akıyor biz arkasından bakıyoruz”

Paulo Coelho’nun Simyacı kitabına değinen Tarhan; “Mevlana’dan alınmış bir kitap ama bir kere Mevlana adı geçmiyor. Kalkıyor İspanya’dan bir kişinin yolculuğunu alıyor, Mısır’da bitiriyor. Bu tamamen Mevlana’dan alınmış. Bunları gördükçe ‘Biz niye yapamıyoruz?’ diye soruyorum. Benim gençliğimde nehirler akardı, barajlar yoktu. ‘Su akar Türk bakar’ derlerdi. Şimdi kadim kültürümüz akıyor biz bakıyoruz ve biz eğitim sistemimize bile bunu ders olarak koyamadık maalesef. Zihinlerimiz bile büyülenmiş gibi kontrol altında. Ben Pozitif Psikoloji ilk zamanda anlatmakta zorlandım. Şimdi çok şükür psikoloji camiasında bilimsel veri olarak kabul edildi. Ben bunu söylediğimde ‘Hocam bu dediğinizin teorik temeli nedir?’ diyorlardı bana.” ifadelerinde bulundu.

 “Covid pandemisi Covid trajedisine dönüştü”

“Bizde, Batı karşısında aşağılık kompleksi var” diyen Tarhan; “Batı üstün kültürdür, biz düşük kültürüz onu taklit etmemiz lazım diye düşünülüyor. Bu kültürde Batı çalacak, biz oynayacağız maalesef. Bu kültür, üzerimizdeki hazineyi başkalarının sömürmesine sebep oluyor. Bu kültürü yıkıp geçmemiz lazım. Ben kendi alanımda bunu yapıyorum. Bu kültüre dünyanın ihtiyacı var. Covid’den sonra bu ihtiyaç daha da ön plana çıktı. Şu anda bazı filozoflar great reset diyorlar, bu Covid pandemisi değil artık Covid trajedisidir. İnsanlık şu anda altüst oldu. Bir sene geçti hala üçüncü dalgadayız ve şu anda Türkiye’de üçüncü dalga emin olun birinci, ikinci dalgadan daha şiddetli geldi. Bilim adamları tamamen çaresiz kaldı. Bilim adamlarının bir kibri vardır ya böyle ‘Yaparız, ederiz’ diye… Mesela İngiltere’de Titanik gemisi yapılınca İngiliz gazeteleri ‘Bunu Tanrı bile batıramaz’ diye manşet atmıştı. Sonuç? Titanik sulara gömüldü. 2018’de insanlık, dijital dönem başladı, devrim başladı diye ilan etti, müthiş bir kibir. Artık zorunlu dijitalleşme var. Herkes mecbur bize tabii olmaya. Ben bunların tesadüf değil ilahi tesadüf yani tevafuk olduğuna inanıyorum.” dedi.

“Anadolu irfanı gibi yaşayanlar kendilerini dev aynasında görmezler”

Tarhan sözlerine şöyle devam etti:

“Trump döneminde Covid ile ilgili bir basın toplantısı olmuştu. Meşhur deterjan içme mevzusunun olduğu. O toplantıda bir bilim kadını da vardı. Gazeteciler, ‘Birçok kilisede dualar ediliyor, siz de aşıyı bulmak için çalışıyorsunuz. Hanginizin dediği olacak. Aşı bulunursa din adamları mı siz mi bulmuş olacaksınız?’ dediler. Bakın burada dinle bilimi çarpıştırıyorlar. O kadın orada dedi ki, ‘Biz duaların gücüyle aşıyı bulmaya çalışıyoruz.’ O kadın kimse ona bilgelik ödülü vermek lazım, o kadar muhteşem bir cevap verdi ki hiç kibir yok. Bazı bilim adamlarında vardır bu kibir, şimdi burunlarını sürtüyorlar. Almanya’da Uğur Şahin, Özlem Türeci çifti aşıyı buldu, hepimiz alkışlıyoruz. Aziz Sancar Amerika’ya gitti Nobel aldı. Eğer onlar Anadolu irfanının gerektirdiği gibi yaşıyorlarsa, kendilerini dev aynasında görmezler ve yollarını şaşırmazlar diye düşünüyorum. Şu anda ani şöhret olanlarda ‘ben neymişim’ duygusu oluşabiliyor. Dikkatli davranmak gerekiyor.

“İslam dünyasının masum imam anlayışını terk etmesi lazım”

Anadolu’da var olan masum imam anlayışına değinen Tarhan; “Bu anlayış bence İslam dünyasının en büyük felaketi. ‘İslam dünyası eleştirel bedelleri ödemedi’ dediler ama biz bu bedeli 15 Temmuz’da ödedik. İslam dünyasının masum imam anlayışını terk etmesi lazım. Kutsal lider olmaz, kutsal olan Allah ve peygamberlerdir, sadece hakikate götüren vesilelerdir. Bir gün Necip Fazıl’a vapura giderken birisi soruyor, ‘Benim Allah’ı bulmam için peygambere falan ihtiyacım yok ki nereden çıkıyor bunlar?’ deist birisiymiş demek ki. O da diyor ki, ‘Sen nereden geldin nereye gidiyorsun?’ ; Karşısındaki, ‘Kadıköy’den bindim Eminönü’ne gidiyorum.’ diyor. Necip Fazıl bunun üzerine, ‘O zaman Eminönü’ne gitmek için niye vapura bindin?’ diyor. Necip Fazıl’ın zekâsını görüyor musunuz? Egosu yüksek olarak bilinen Necip Fazıl, ‘Allah’ın elinde bir kamışım ha yazmışım ha yazmamışım.’ diyor.” ifadelerinde bulundu.

“Ruh, Allah katında bir bilgidir”

Anadolu’da psikiyatristlere ruh doktoru denmesiyle ilgili konuşan Tarhan; “Hastalanan ruh değil beyin hastalanıyor. Ruh hastalıkları dediğimiz hastalıkların hepsi beyin hastalığı. Beynimiz ruhumuzun transistörleri. Bilgisayarda nasıl bütün elektro devreleri var program olmazsa hiçbir işe yaramaz. Beyinde de bir program var. Bu programın adı zihin programı. Ama zihin programının üzerinde bir bilinç programı var. Zihnin üzerinde ‘Ben kimim?’ diye soru sorar. Kedi ben kimim demez ama insan ben kimim diyor. Bu bilinç kuantum bilinç. Ruh doktoru denilmesi kavram kargaşası ile ilgili. Çünkü beynimizi tedavi ederken ruhumuzun mana aleminden madde alemini tedavi ediyoruz. Aslında ruhumuzun aracı organını tedavi ediyoruz. Ruh Allah katında bir bilgidir, bu konuda fazla bir şey bilemiyoruz. Bizimle sadece madde olarak bir bağlantısı var o kadar. Şu anda evrensel büyük datadan bahsediliyor. Allah’ın resulü peygamber efendimizden bir hadis aldım, kaynağını da işaretledim. ‘Bir gün buradan ip sallandırsam dünyadan aşağı Allah’ın resulü bilir. Gitse gitse Allah’ın ilmine gider.’ diyor. İlim dediğim big data var, dijital veri var, ondan sonra matematik, geometri var, fizik, enerji, kimya, madde, biyoloji var hepsi Allah’ın kanunu.” diye konuştu.

“Madde ve mana birbirinin tamamlayıcısıdır”

Yaşadığı bir olaydan örnek vererek konuşmasına devam eden Tarhan; “Ben bir gün bir soru ile karşılaştım canım çok sıkıldı. Dindar birisi, ‘Bu Covid sekülerdir, bir aşı bulunur rahatlarız’ dedi. Şu zihin haritasına bakar mısınız? Seküler, sanki dünya Allah’ın mülkü değil. Bu bize Batı’nın öğretisi. Batı’nın kilise anlayışına karşı Batı, materyalizmi ortaya çıkarmış. Madde sekülerdir, mana seküler değildir diye. Oysa madde ve mana birbirinin tamamlayıcısıdır, birbirinin zıttı, alternatifi değildir. Fen bilimleri ve din bilimleri birbirinin alternatifi değil, tamamlayıcısıdır. Batı öğretisini milli eğitim beyinlerimize nakşetmiş şekilde. Ben bir gün arabamı tamire vermiştim. Adam hem dindar birisiydi maalesef kazıkladı beni. Yapmadığı bir şey için ‘Yaptım’ şeklinde bana bilgi verdi. Ben de bunu tespit edince parayı vermedim. Aracı bir arkadaş o tamirciye, ‘Kul hakkı var burada, o arabanın o parçasını yapmamış’ dedi. Ben haksızlığa gelemeyen birisiyim, ben de arkadaşı gönderdim, ‘Dünyevi ayrı uhrevi ayrı’ diye cevap verdi. Bu kapitalist ahlakı daha önce Atatürk fotoğrafının arkasında götürüyorlardı şimdi besmelenin arkasında götürüyorlar, fark kalmadı. Ben bu durumdan çok rahatsızım.” dedi.

Duygu yönetiminin önemi

İnsanlardaki duygu yönetimi hakkında da konuşan Tarhan; “Mesela bir anne geliyor, ‘Çocuğuma tapıyorum’ diyor. Bu duyguyu hissetmesi elbette çok güzel. Ama çocuğu kucağında pencere kenarına gidiyor, ‘Çocuğumu ya aşağı atarsam’ diye düşünüyor. Eğer bu düşünce aşamasında kalırsa adı vesvesedir. Kişi aklını kullanabiliyorsa, hızlı bir muhakeme yapabiliyorsa, ‘Neden çocuğumu atayım ki kendimi biliyorum bu saçma’ derse bu durum vesvese olarak kalır. Ama egosu yüksekse ve çocuğu çok kutsallaştırmışsa böyle durumlarda saldırganlık, zarar verme, zarar görme obsesyonu ortaya çıkıyor. Bunun üzerine anne, ya atarsam diye çocuğunu kucağına almamaya başlıyor. Mutfağa giriyor, bıçağı görüyor çocuğa saplamayayım diye çocuğunu mutfağa almıyor. Bu, çocuğunu kutsallaştıran kişilerde oluyor. Eğer kişi duygu yönetimini biliyorsa, her şeyin Allah’tan olduğunu biliyorsa, her şeyi gören Allah var benim aklım başımda, ben öyle bir şeyde Allah’a sığınırım diyorsa o düşünce gidiyor. Kontrol Allah’ta, o izin vermedikçe ben yapmam diyor. Ama tam durum tersiyse düşünce tekrar ediliyor.” ifadelerinde bulundu.

“Akıl, kalple birlikte olunca pusulasını şaşırmıyor”

Vesvesenin tıptaki karşılığının takıntı olduğunu dile getiren Tarhan; “Mesleki olaraksa obsesyon diyebiliriz. Ama obsesyonun medikal duruma gelmesi için tekrarlaması lazım. Düşünce beyinde patika yollarla devam eder. Ama bu kişilerde düşünce tekrarı oluyor, zihinsel geviş getirme oluyor. Beyindeki o yollar genişlemeye başlıyor. Genişleyince maddi boyut kazanıyor, beyindeki network bozuluyor. Vadiye benzetiliyor, vadide nereyi sularsanız orası yeşil kalır insan beyni de o vadiye benziyor. İnsan hangi bölgesini sularsa beynin orası yeşilleniyor. Biz bunu aynı şekilde ilgi ve dikkatle yapıyoruz. Nereyi seversek en çok yatırım yaptığımız alan o oluyor. Akıl, duyguda referans duygusudur. Mantık, direksiyon dürtüler, motor, akıl ve kalp sentez yapıp ikisini birden yürütüyor. Akıl, kalple birlikte olunca pusulasını şaşırmıyor. Okullarımızda da akıl ve din eğitimi senkron verilebilmeli. İkisinin birleşiminden öğrencinin kanatları pervaz eder, harekete geçer.” diye konuştu.

“Kalbin soyut ve somut iki işlevi var”

Kalbin soyut ve somut olarak iki işlevi olduğunu belirten Tarhan; “Somut kalp kan pompalama işi yapar. Soyut kalp ise bizim kültürümüzde gönül diye geçiyor. Neden kalp deniyor? Çünkü kalp kelimesi transdüserdir. İngilizce karşılığı transducer, bir enerji biçimini başka bir enerji biçimine dönüştüren… İnkılap eden. Gelen bilgiyi, ses enerjisini kulağımız elektrik enerjisine dönüştürüyor. Ondan sonra beynimize çıkan enerji, sesi algılamamıza sebep oluyor. 2013 yılında, Cenevre’de üye olduğum bir derneğin 10. kez düzenlediği bir kongre vardı. Orada şu sunum vardı; bir insanın beynine kuş, bebek ve erişkin sesi dinletiyorlar. Sonra beyin dalgaları olarak kaydedip insana geri veriyorlar ve yüzde 80 anlayabiliyorlar. Demek ki evren dalgalarla yönetiliyor. Artık teleport olacak, 5G çıkınca üç boyutlu nakil başlayacak. Kuantum evrende yaşıyoruz, böyle bir evrende yaşarken kelebek etkisi var. Kaos teoreminde kaos düzeni var. Evren başıboş değil, evren sorumsuz değil, sonsuz değil, kontrolsüz değil. Biz egomuzu, haddimizi bilirsek vesveselerimiz olmaz ama bunu durduramazsak beyindeki networkü bozar.” diyerek konuşmasını sürdürdü.

Türkiye’de ilk kez DNA analizi ile tedavi

Temizlik takıntısıyla ilgili görüşlerini ifade eden Tarhan; “Zihinsel kirlilik ile maddi kirliliği beyin karıştırıyor. Zihinsel kirlilik, soyut kirlilik kişinin çocukluk travması ya da hissettiği aşırı suçluluktur. Kişi öyle bir acı çekiyor ki… ‘Bunu neden yaptım diye’ içlerinde çok büyük bir kavga oluyor, kendisi ile savaşıyor ama sebebini bulamaz. Hastanemizde tedavi olan bir genç kızımız var. Bu kız üniversite çağında ve bir anda temizlik obsesyonu başlıyor, evden çıkamaz hale geliyor. Yakınları kocaman olan kızı bir yere dokunmaması için sırtında taşıyor. Bir buçuk gün banyoda bekleyen bir hastamız da vardı. Aşağı yukarı 40 seans tedavi yaptık, banyoyu bir saate indirdi. Ama şimdi DNA analizi yaparak ilaç veriyoruz, bunu Türkiye’de ilk kez yapıyoruz. Kişi zeki ise bizi çabuk kavrıyor ama inatçıysa bizi çok zorluyor. Kişiler o kadar büyük bir noktaya geliyor ki içlerinde ikinci bir insan var gibi görüyorlar. Bu bütün takıntılar için geçerli. Kişi bunun hastalık olduğunu biliyorsa tedavi kolay, bilmiyorsa zor. Çoğu hasta da acı çekiyor, kurtulmak istiyor. Bir hastamız daha vardı OKB’yi hayatı haline getirmişti. Koli bantlarıyla evi sarıyordu hiçbir yere dokunmayacağım diye. Hepimizin çocukluk çağından kalma travmaları vardır. Mesela kişi çok sevdiği birinin annesinin öldüğü haberi alıyor. Aslında kendi annesi yaşıyor ama o travmayı yaşayınca çocukta da annemi kaybedersem korkusu başlıyor, bir şekilde annesi geliyor aklına sonra alışıyor. Ama ileride bir stres krizi oluyor, sönmüş volkan bir anda başlıyor alevlenmeye. Genelde de zayıf yerden çıkıyor.” diye konuştu.

“Çocuk yaşta stres aşısına ihtiyaç var”

Çocuklarda oluşan suçluluk duygusuna da değinen Tarhan; “Suçluluk duygusu, kıskançlık, pişmanlık duygusu aşı gibidir. Aşıyla kişiye zayıf virüs verilir, bağışıklık sistemi güçlenir. İleride büyük virüs salgını geldiği zaman antikor vardır, hiçbir şey olmaz. Onun için aşı bilimsel gerçektir. Şimdi çocuk yaşta stres aşısına ihtiyaç var. Stressiz çocukluk, çocuğu bencil yapar, konformist yapar ve sadece kendi çıkarını düşünen bir varlık haline getirir. Eski nesiller zorluklar içinde büyüyorlardı ama şimdiki nesil varlık içinde büyüyor. Bu yüzden çocuklara stres aşısı yapamıyoruz. Yıllar önce Almanya’dan Türkiye’ye Yahudi kökenli bir sürü profesör geldi ve çoğu tifodan öldü. Çünkü Almanya’da tifo yoktu, Türkiye’de vardı. Bizim çocuklar tifonun içinde büyüye büyüye bağışıklık kazanmış ama bu hastalıkla hiç tanışmayan insanlar gelince tifodan ölmeye başlıyor. Onun için biz doğal olarak aşılanamıyoruz yapay olarak stres aşısı olmamız lazım. Covid stres aşısı dayanıklılık eğitimi, doyum erteleme becerisi, acı ve çile bir parçadır ama isteyerek olmaz. Mesela çocuk markete gitti, bir şeker yürüttü. Eve geldiği zaman babası, ‘Aslan oğlum’ dediği zaman çocuk suçluluk duygusu yaşamaz. Ama çocuk hırsızlığı normalleştirir. Bunun için babanın çocuğu bakkala götürüp, yaptığının yanlış olduğunu anlatması ve ‘Hadi parasını verelim’ demesi gerekir. Böyle olunca çocuk o yaşta bilgelik öğrenir. Ama biz ne yapıyoruz? Aman bunu yapma, aman şunu yapma diyoruz. Yine bir örnek vereceğim. Vajinismus hastalığı var mesela ‘aman cinsellik, aman ayıp duygusu’ diyerek bu hastalık oluşuyor. Aşırıya kaçan her şey zarar veriyor. Bu dünya duyguları dengeleme dünyası.” ifadelerinde bulundu.

“Bipolar hastalığını uykusuzluk de tetikliyor”

Söyleşide bipolar hastalığıyla ilgili de değerlendirmelerde bulunan Tarhan; “Yapılan deneylere bakıldığı zaman anne ve baba bipolarsa çocuğun olma ihtimali de artıyor. Genetik geçiş yüksek ama hiçbir zaman yüzde yüz değil. Mesela akciğer kanseri genetikse kişi sigara içmese de zamanla çıkıyor. Yatkınlık geni bazı şartlar olunca ortaya çıkıyor. Kişi çok stresli ya da kontrol duygusunu kaybediyor gibi yaşarsa beyin hep stres hormonu salgılıyor, bipolar hastalık tetikleniyor. Bu hastalığı uykusuzluk de tetikliyor. İki kutuplu hastalık denmesinin sebebi ise bir kutbunda depresyon diğerinde duygu yükselmesi olması. Hasta manik döneme geçince İstanbul’dan İzmir’e yürüyebiliyor, yine bu dönemde ‘Benim araba 150 yapıyor durduramıyorum’ diyor. Manik dönemde ise ne mehtiliği kalıyor ne bir şey. Manik dönem çok zevklidir, manik dönemdeki insanı düzelttiğimiz zaman acıyoruz. Ama hayatın gerçekleri var bu sefer depresyona giriyorlar tekrar o ilacı verin bana tekrar coşayım diyorlar. Picasso mesela manik depresif. Fransa’nın İspanya sınırında evi var. Gittim, baktım bazı duvarlar kapkara bazıları rengarenk. Picasso’nun o zaman tablosu çok para ediyor. Biri, bir tablo yaptırıyor ‘Borcum ne kadar?’ diyor. Picasso fiyatı söylüyor. Kontes rahatsız oluyor ve ‘Bu kadar para istenir mi?’ diyor. Picasso da, ‘Hanımefendi bu para 50 sene artı bir saat’ diyor. Zekâya bakar mısınız? Çizgide olanlar ya deli oluyor ya veli.” dedi.

“İlim ilerledikçe Allah’a yaklaşıyoruz”

Tarhan konuşmasını şu sözlerle tamamladı:

“Bizim öğrenciliğimizde Napolyon’la Atatürk hezeyanları çıkardı. Son 10 senedir mehdi hezeyanına rastlıyorum. Mesela bir tanesi ‘Alamet geldi’ diyor. ‘Niye?’ diye soruyorlar, ‘Burnum benzedi’ diyor. Bir başkası, ‘Ben mehdiyim’ dedi, kanıtını sordum. ‘Sol ayağımda ben var’ dedi. Bu insanlar çok zeki oluyorlar. Birçok insan bu söylediklerine inanıyor. Sonra da bu insanlar tökezliyorlar. Canlı örneği Pensilvanya’da yaşıyor. Ego yüksek olduğu için herkesi etkiledi.

İlim ilerledikçe Allah’a yaklaşıyoruz, bilim ilerledikçe yaratıcıya yaklaşıyoruz, bilim ilerledikçe herkes birer Mevlana adayıdır. Mesela Hz İbrahim o mağarada olduğu için puta tapanlar arasında büyümemiş ve onun için ilklerden olmuş, bir hikmeti de bu. Büyüdüğünde mağaradan çıkıp ‘Sizin taptığınız putlar konuşuyor mu, istediğini getiriyor mu, verdiğinizi yiyor mu?’ diye soruyor. Yok cevabını alınca ‘O zaman neden tapıyorsunuz ki?’ diyor. Anlamak, aramak için soruyor. Aldığı cevap tatmin etmiyor bakıyor ki bunlara tapılmaz sonra daha fazla düşünüyor. ‘Bu evreni yapan birisi olması lazım’ diyor. Güneşe bakıyor o mu beni yaptı diye ‘Yok’ diyor. Sonra buluta bakıyor ‘Batanları sevmem’ diyor. Bakıyor ki her şey ölüyor, bitiyor onun üzerine öyle bir yoğunlaşıyor ki Allah’ın yardımı geliyor. Allah onunla ilgili kanun kurmuş öyle yoğunlaşmadan kahveni iç olmaz. Hakikati arayıp, bulmalıyız. Bunları genlerimize vermiş yaratan ama bulmak için biraz yatırım ve emek gerekiyor. Hz. İbrahim’e su götüren karınca var ya ‘O ateşi sen mi söndüreceksin?’ demişler. ‘O yolda ölürüm’ demiş. Biz de o yolda olacağız. Hz. İbrahim’in kıssasını hatırlayınca aklıma bir örnek daha geldi. Hz. İbrahim teslim ve tevekkülün doruğu o derece artık. Allah’ın varlığını görmüş, inanmış ki, ateşe atılacağını biliyor ama vazgeçmiyor. ‘Benim bildiğim Allah doğrudur’ diyor, vazgeçmiyor. ‘Allah görüyor beni, biliyor’ diyor, Cebrail geliyor ‘Bir isteğin var mı?’ diyor. ‘Allah biliyor mu?’ diyor. Cebrail de, ‘Biliyor’ diye cevaplıyor. O da, ‘O zaman çekil sen’ diyor ve ateşin içine düşüyor. Bir rivayete göre düştüğü yerin Urfa’daki balıklı göl olduğu söyleniyor.”

Okunma : 2511

ÜHA

 

Haberler

Foto Galeri