TARHAN Ailesinin Soy Ağacı

Kaybolan değerlerimiz mutsuzluğu getirdi

Kaybolan değerlerimiz mutsuzluğu getirdi“Ben” merkezli olmak, zevke düşkünlük ve sadece almakla mutlu olabileceğini sanmak; yalnızlığı ve beraberinde depresyonu getiriyor. Aile bağlarını koruyarak birlikte zaman geçirmek, çevresine karşı sorumluluğunun bilincinde, kültürel, kutsal ve insanı insan yapan değerler bütününde yaşamak problemi çözüyor...



İYİMSERLİK FAKTÖRÜ




Hayat felsefesi içerisinde, terazinin kefesini iyimser bir bakış açısı ile doldurmak kişinin elindedir. İyimser düşünen insan, olaylarda iyilikleri daha fazla görür... İnsanoğlunun nihai hedefi mutlu olmaktır. Her birimiz mutluluğu kendimizce tanımlar; onu farklı yerlerde ararız. Nedir mutluluk? Mutsuzluğun sebepleri nelerdir? Bu soruları konuğumuz Prof. Dr. Nevzat Tarhan’a sorduk. Sayın Tarhan’ı hepimizin yakından tanıyoruz. Kendisi aynı zamanda Memory Center Nöropsikiyatri Merkezi’nin kurucusu. Merkezde çok geniş bir kadro ile çocuklara, ergenlere ve yetişkinlere hizmet veriliyor. Sakin üslubu, mütevazı kişiliği ile bize, içinde bulunduğumuz yüzyıl insanını, halimizi, hatalarımızı, karakter yapılarımızı değerlendirdi ve önemli mesajlar verdi...



AŞIRI ÖZGÜRLÜĞÜN SONUCU



- Artık “stres” veya “depresyon” gibi kelimelere o kadar alıştık ki; günlük hayatımızın bir parçası haline geldi.

- Dünya Sağlık Teşkilatı (WHO) depresyonu geleceğin en büyük sağlık problemi olarak ilan etti. ABD’de iş gücü kaybına sebep olan hastalıklar sıralamasında, kalp hastalıklarından sonra ikinci sırayı depresyon alıyor. Dünyada her gün 1000’den fazla kişi intihar ediyor. İngiltere’de intihar edenler, trafik kazalarında ölenlerden daha fazla. Her insanın hayatının bir noktasında depresyona girme ihtimali yüzde 20’dir. Şu anda Türkiye’de 3.5 milyon insan, depresyon hastalığına tutulmuş durumda.

- Bu artışın sebebi nedir?

- Modernizmin yanlış yorumlanmasının sonuçları diyebiliriz. Modernizmin önemli bir psikososyal hastalığı var. O da “ben” merkezciliği çok ortaya çıkartması; bireyselliği, bencillikle karıştırmasıdır. Bireye, “istediğini yap, arzularını yerine getirmek en doğal hakkındır, duygularını bastırırsan nevrotik kişilik geliştirirsin” dendi. Aşırı özgürlüğün kötü sonuçlarını şimdilerde görmeye başladık.

- Sosyolojik değişimler toplumun yapısını da etkiliyor.

- Mesela bir dönem insanlar nikâh karşıtı birlikteliklere özendirildi. Okullarda öğrencilere “dur, sus, yapma” demek sistem dışına itildi. Öğrenci istediğini yapsın. Yeter ki bu sırada yetenekleri ortaya çıksın. Çocuklara iç denetimi öğretmediler. Arzuları serbest bırakmak, bencilliğe dönüştü. Hatta canavar çocuklar ortaya çıktı. Bireysellik, beraberinde mutsuzluğu ve depresyonu getirdi.

- İçinde bulunduğumuz durum sizce modernizmin bir sonucu mu?

- Modernizmin değil de, modernizm ile beraber değerlerin kayboluyor olmasının bir sonucu. Küçük bir çocuğa “her istediğini yapmak senin hakkındır” deniyor. Ardından gelen küçücük bir “hayır”, daha önce yaptıklarınızı unutturuyor ve sizi bir anda kötü yapıyor. Sınır bilmiyor, hep almayı biliyor.

Böylece ileride bencil bir kişilik ortaya çıkıyor. Oysa, modernizmin getirdiği kazanımlar korunarak, manevi değerlerin birleşmesi lazım. Amerika’da, “Çocuklarımıza bencil duygular yerine bu duyguları fark ettirmeliyiz, öğretmeliyiz” demeye başladılar. Batıda insanlar koca evlerde tek başına yaşıyorlar, arabaları var, ama mutsuzlar. Boşanmalar arttı. Yaşlılar terk ediliyor. Amerikalılar buna “California Sendromu” diyor.

- Bu sendromun özellikleri nedir? Neden bu isimle anılıyor?

- Çünkü buralar zenginliğin, tüketimin, eğlencenin en fazla olduğu yerler. ‘California Sendromu’nun 4 noktası var: “Ben” merkezli olmak, zevke düşkünlük, yalnızlık ve mutsuzluk. Sadece kendisini düşünen bireyler, bu sosyal hastalığın bir parçasıdır. Amerika’da Alzheimer hastalığı ile ilgilenen doktor arkadaşım, hiç unutmuyorum şöyle bir olay anlattı: Karı-koca, demanslardı ve benim odamı dahi bulamıyorlardı. Bende, ‘Kızınız vardı, sizi o getirseydi’ dedim, onlar da ‘Söyledik, getirmiyor’ dedi. Kızı ailesine demiş ki; “Ben küçücüktüm siz beni kreşe verdiniz; siz de huzur evinde kalabilirsiniz; ben bu dünyaya bir kere geldim sizinle uğraşamam!” Amerika’da yaşlılar evde ölüyor, günlerce cenaze evde kalıyor, belediye kaldırıyor. Tatillerini bırakıp, cenazeye gelmiyorlar. Boşanmalar yüzde 50’nin üstüne çıktı.

- Ben merkezli kişiler ne gibi özellikler taşır?

- Kendine hayran olma gibi narsistik eğilimler taşıyorlar. İyi ve doğru değerlerinde; “Bana zevk veren şeyler iyidir, zevk vermeyen şeyler kötüdür” şeklinde değişme yaşanıyor. Somut zevk ve eğlenceleri hayatın amacı olarak görüyorlar. Ben merkezcilik ve zevkine öncelik verme sonucunda başarılı iseler çevrelerinde sahte dostlar bulunuyor. Erkeklerde başarıyı, kadınlarda güzelliği kaybettiklerinde dostlar yanlarından uzaklaşıyor.



PAYLAŞMA DUYGUSU ZAYIFLIYOR



- Bu durumun doğal sonucu da mutsuzluk, doyumsuzluk oluyor sanırım.

- Evet, bunları mutsuzluk izliyor. Bu tip kişiler mutsuzluğu telafi etmek için daha çok eğlenceye yöneliyor. Sadece kendisine harcayan, parasal hedeflere kutsallık yükleyen, toplumsal sorumlulukları önemsemeyen bu anlayış, hastalık halinde dünyada yayılma eğiliminde. Türkiye’de de büyükşehirlerin lüks semtlerinde bu durumda insanlara rastlanıyor.

- Fedakârlık da ortadan kalkıyor bu durumda.

- Evet, paylaşma duygusu zayıflıyor. Bir yemekte en güzel parçanın kendisine gelmesini bekliyorlar. Kişinin evdeki ve iş yerindeki rolleri de farklıdır. Kişi mesleki hırs taşıyabilir, ama işi bittiği zaman arkadaşça konuşabilir. Bilinmelidir ki mesleki hırsla alçakgönüllülük, bir insanda aynı anda olabilir. Bu, başarıya asla engel değildir.

- “Hep benim dediğim gibi yaşayacaksın” diyen eşler, ebeveynler de var...

- Evet. Ben merkezli insanların en büyük özelliği, kendini herkesten üstün görmesidir. İnsanları kategorize eder, “ben ve diğerleri” der. Bu kişinin ego tatmininin devam etmesi için diğerlerinin olması gerekir. Aksi halde kime karşı, üstünlüğünü kabul ettirecektir?



SOSYAL DUYGULARIN ROLÜ



- Aynı zamanda da tüketim toplumu olduk.

- Evet, zaten zevke düşkünlüğün sebebi de tüketim çılgınlığı... Modern hayat, insanları tüketerek mutlu etmeye yöneltti. İnsanlar çılgınlar gibi harcayarak, alarak mutlu olmaya başladı. Bu, Amerika’da o kadar yüksek noktadaki; artık Amerikalılar çocuklara Noellerde hediye almayı değil, başka çocuklara hediye vererek mutlu olmayı öğretmeye çalışıyor. Çünkü hep alan çocuk, ben merkezli oluyor. Sosyal duygular olmadan toplum sağlıklı gidemez. Sosyal beyin çalışmaları, bunu ortaya çıkardı. Sosyal beyin çalışmalarında, iki önemli duygu var: Acıma ve şefkat. Yanmış bir insan görüntüsünü gören bir Amerikalı’nın beyin görüntüleme çalışmalarında iğrenme duygusu ve stres hormonlarında aktivite ortaya çıkıyor. Budist bir rahibin beyninde ise, yardım etme, acıma duygusu ile ilgili alanlar harekete geçiyor. Buradan çıkan sonuç; yardım etmenin psikolojik sağlığa faydası var.




Mutlu olmanın yolu


Prof. Dr. Nevzat Tarhan’a; “Sizce mutlu olmak için ne yapalım?” diye sorduğumuzda şöyle cevap verdi: Olumlu düşünmeyi becerebilmek gerekir. Küçük şeylerden mutlu olmayı bilmek gerekir. Çay içmekten, bir çocukla sohbet edebilmekten, çiçekten zevk almayı becerebilmek gerekir. Etrafını değiştirmeye çalışmak yerine, kendini değiştirmek, mutluluğu büyük şeylerde aramamak gerekir...



Önce biz “İYİ” olmalıyız



Tüketim toplumunun, pozitif düşünceye zarar verdiğine dikkat çeken Prof. Dr. Nevzat Tarhan şunları söyledi: İnsanlar egosunu besleyen zevklerin peşinden koşmaya başlayınca mutluluğu yakalayamadılar. Tanıdığım bir hanımefendi, ‘pırlantalarım olsun, son model arabam olsun, havuzlu villam olsun, mutlu olacağım zannettim. Her şeyim var, neden hâlâ mutsuzum’ diye sormuştu. Mutluluğu beynine, ‘şuyum olsun, mutlu olayım’ diye öğretmiş. Modernizmin mutluluk tanımlaması yanlış. Bu tanımda somut değil soyut şeyler olmalıdır. Bunun için gençlere, ‘Soyut hedefleriniz olsun, hayatınızın sonuna geldiğinizde nasıl anılmak istiyorsunuz? Beyninize program olarak bunu yazın’ diyoruz.



 AİLE İLİŞKİLERİ ÖNEMLİ



- Fert olarak topluma nasıl katkı sağlayabiliriz?

Küresel ahlak ilkeleri yaşatılmalıdır. Sana yapılmasını istemediğin şeyleri sen de başkasına yapma. Nebraska Üniversitesi’nin yaptığı araştırmada mutlu ailelerde 3 özellik belirlenmiş: Birlikte zaman geçirmenin çok olduğu; takdir, onay, övgü sözlerinin çok kullanıldığı; kiliseye birlikte gittikleri görülmüş. Amerikalılar “O halde bu 3 özelliliği destekleyelim” diyorlar.

- Ruhen de sağlıklı çocuklar yetiştirmek için neler yapmalıyız?

İnsanı insan yapan, içindeki güzelliktir, bilgidir, değerlerdir. İnsan, bu değerleri ile çevrelerine anlam katar. Bunun için iç keşif yolculuğuna çıkmamız lazım. İnsanlar bugün para kazanmak için derin düşünüyor ama, kendi iç zenginliğini derin düşünmüyor. Evde hep para konuşulursa, çocuk da bunları kaydederek büyür. İyi çocuk yetiştirmek isteyen anne babalar, önce kendileri iyi olmalılar.

- Aslında hepimiz çocuklukta aldığımız terbiyenin ürünleriyiz, diyebilir miyiz?

Birçok şey ailede öğreniliyor. Çocuk; her dediği yapılınca hep almayı öğreniyor. Herkes ona hizmet ediyor. Çocuk kalsa, mesele yok. Ama büyüyecek, evlenecek, işe girecek. Topluma karışacak, başkalarını sevecek. Paylaşımcı olmak, fedakârlığı bilmek zorunda. Bir çocuğa yapılacak en büyük kötülük; her dediğine ‘evet’ demektir. ‘Hayır’ı bilmeyen çocuklar, sınır tanımıyor.


KAYNAK: http://www.turkiyegazetesi.com/makaledetay.aspx?ID=384700


 

Okunma : 6541

 

Haberler

Foto Galeri