Evlilikte mutluluğun formülü; “Duygusal denklik ve gerçekçi beklentiler”

11 - Sürdürülebilir Şehirler ve Topluluklar16 - Barış Adalet ve Güçlü Kurumlar17 - Amaçlar İçin Ortaklıklar3 - Sağlıklı ve Kaliteli Yaşam

Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Müstakil Talebe Platformu tarafından düzenlenen Aile ve Evlilik Okulu 18. silsile dersleri kapsamında düzenlenen çevrimiçi seminere katıldı. Tarhan, “Evliliğin İlk 5 Yılında Karşılaşılan Yaygın Sorunlar ve Çözüm Önerileri” konusunu ele aldı. Evlilikte sevginin tek başına yeterli olmadığını, duygusal denklik, fiziksel uyum ve gerçekçi beklentilerin de çok önemli olduğunu söyledi. Nişanlılık sürecinin evliliğe hazırlık için kritik olduğuna dikkat çeken Tarhan, kıskançlık ve iletişim sorunlarının doğru yönetilmesi gerektiğini vurguladı.  

“Aşk, evliliğin sebebi değil sonucudur”

İlgi ve katılımın yoğun olduğu programda evlilikte duygusal denklik kavramına vurgu yapan Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “İnsan hayatında iki önemli karar vardır. Biri meslek seçimi diğeri ise eş seçimidir. Bu nedenle evlilik, hayatın en önemli kararlarından biridir. Fakat her kararda olduğu gibi evlilik kararı verirken de kişi çok boyutlu düşünmelidir. Bu konuyla ilgili olarak evlilik olgunluğu ölçekleri var. Evlilik olgunluğunu belirleyen beş temel unsurdan ilki, duygusal denkliktir. Yani kişilerin duygusal olarak birbirine denk olup olmamasıdır. Evlilikte sevgi çok önemli ama tek başına yeterli değil. Taraflar arasındaki sevgi oranı yüzde yüz olmak zorunda değil yüzde 70-80 civarında bir sevgi varsa bu yeterlidir. Bazı kişiler ‘Neden evlenmedin?’ sorusuna ‘Aşık olmadım ki.’ diye yanıt verir. Oysa aşk, evliliğin sebebi değil sonucudur. Taraflar arasında ortalama bir sevgi varsa ve iyi bir iş birliği kurabilirlerse zamanla ömür boyu sürecek bir mutluluk ve aşk ortaya çıkar. Bu nedenle duygusal denklik birinci planda yer alır. İkinci sırada ise fiziksel uyum gelir. Yani bireylerin biyolojik olarak evliliğe hazır olup olmadıklarına da bakmak gerekir.” diyerek sözlerine başladı. 

“Yaşlı nüfus artarken genç nüfus azalıyor”

Dünya genelinde doğurganlık hızının düştüğünü belirten Tarhan; “Modernizm evlilik kurumunu ciddi şekilde yıprattı. Bu durum Türkiye’de de etkisini gösterdi ve bunun sonucunda dünya genelinde doğurganlık hızı hızla düşüyor. Türkiye de bu azalıştan etkilenen ülkeler arasında yer alıyor. Örneğin Japonya’da doğurganlık oranı aynı şekilde devam ederse 2050 yılına kadar ülke nüfusu üçte bir oranında azalacak. Türkiye’de ise benzer şekilde nüfusun yaklaşık dörtte biri azalabilir. Doğurganlık oranı şu anda 1,4 civarında. Bu da nüfusun yenilenme hızının altına düştüğü anlamına geliyor. Bu tablo, nüfusta azalma eğiliminin başladığını ve nüfus piramidinin tersine dönmekte olduğunu gösteriyor. Yani yaşlı nüfus artarken genç nüfus azalıyor. Avrupa’da da benzer bir tablo mevcut. Batı ülkeleri özellikle Almanya, nüfus açığını göçlerle kapatmaya çalışıyor. Doğu Avrupa’dan Batı Avrupa’ya yoğun bir göç yaşanıyor. Buna karşı Doğu Avrupa ülkelerinde nüfus ciddi oranda azalıyor. Japonya’da da azalma gözlenirken ABD bu durumdan daha az etkileniyor. Nijer, Nijerya ve Hindistan gibi ülkelerde ise nüfus artışı dikkat çekici seviyede. Geçmişte 1960’lı yıllarda nüfus planlaması dünya nüfusunu azaltma amacıyla yürütülüyordu. O dönemde küresel sermayenin bir stratejisi olarak doğum kontrolü yaygınlaştırılmaya çalışıldı. Günümüzde ise bu kez aile karşıtı ve evlilik karşıtı akımlar hatta cinsel kimlik tartışmaları üzerinden aile kurumu zayıflatılmaya çalışılıyor. Tüm bunlar insanlığın geleceği açısından ciddi bir risk oluşturuyor. Bu süreç mutsuz toplumların ortaya çıkmasına zemin hazırlıyor. Türkiye’de 2025 yılının Aile Yılı ilan edilmesi de bu yüzden tesadüf değil aksine şartların gerektirdiği bir adım olarak karşımıza çıkıyor.” ifadelerini kullandı. 

“Nişanlılık süreci başladığında ilişki tanımlı ve ciddi bir hale gelir”

Erkek beyniyle kadın beyninin aynı şekilde çalışmadığına vurgu yapan Tarhan; “Erkek beyni daha çok erotizm odaklı kadın beyni ise romantizm odaklı çalışır. Bu biyolojik farklılık kadın ve erkek arasındaki ilişkilerde mesafeyi korumayı zorlaştırır. Kadın erkek ilişkilerinde üç temel aşama vardır. Arkadaşlık, sevgililik ve evlilik. Flört döneminde veya nişanlılık sürecinde ilişkinin ciddiyeti netleşir. Bu nedenle nişanlı olmadan aşırı yakın ilişkiler yaşamak risklidir. Çünkü erkek ve kadının biyolojik zaafları farklıdır. Erkeğin zaafı cinsellik kadının zaafı ise romantizm ihtiyacıdır. Bu konuda Amerika’da psikoloji öğrencileri üzerinde yapılan bir araştırma oldukça dikkat çekicidir. Katılımcılara, akıllarına cinsellik geldiğinde bir düğmeye basmaları söylenmiştir. Erkek öğrenciler günde ortalama beş kez basarken, kadın öğrenciler yalnızca bir kez basmıştır. Yani oran yaklaşık beşte birdir. Bu durum erkek ve kadın beyinlerinin biyolojik olarak farklı çalıştığını ortaya koymakta. Nörobilim alanındaki araştırmalar da bu farkların artık sadece bir tahmin değil bilimsel olarak kanıtlanmış veriler olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla duygusal mesafeyi korumakta yaşanan zorluklar, bu biyolojik yapıdan kaynaklanmaktadır. Ancak nişanlılık süreci başladığında ilişki tanımlı ve ciddi bir hale gelir. Nişanlılık artık evliliğe yönelik bir birlikteliği ve evlenme niyetinin açıkça beyan edilmesini temsil eder.” şeklinde konuştu. 

Çiftlerin problem çözme becerileri gelişmeli… 

Evliliği H₂O’ya benzeten Tarhan; “Evlilikten sonra zaman içinde üç dönem yaşanır. Birincisi romantizm dönemi ya da halk arasında balayı dönemi olarak bilinen süreçtir. Bu dönem genellikle 3-5 ay ile 1-2 yıl arasında sürer. Ardından kişilik ve güç çatışmalarının yaşandığı ikinci dönem başlar. Bu evre her evlilikte az ya da çok mutlaka görülür. Eğer çiftlerin problem çözme becerileri gelişmişse bu dönemi sağlıklı biçimde atlatabilirler. Bu aşamadan sonra üçüncü dönem başlar, bağlılık dönemi. Bu evrede ilişkide denge sağlanır, olgun bir bağ kurulur ve uzun ömürlü, sağlıklı bir evlilik ortaya çıkar. Bu yüzden evliliğe yatırım yapmak gerekir. Kişi, zihinsel, psikolojik ve yaşam felsefesi açısından evliliğe hazır değilse, ‘Hem evli olayım hem de kafama göre yaşayayım.’ düşüncesiyle mutlu olamaz. Çünkü evlilik, bireyin özgürlüğünü belli ölçüde sınırlar ama aynı zamanda yeni bir yaşam formu da oluşturur. Ben bunu H₂O’ya benzetiyorum. Hidrojen ve oksijen atmosferde ayrı ayrı dolaşan iki gazdır. Biri yakıcı diğeri yanıcıdır. Ancak bir araya geldiklerinde su oluşur yani yeni bir yaşam formu ortaya çıkar. Evlilik de bunun gibidir iki ayrı bireyin bir araya gelmesiyle hayat veren yeni bir birlik oluşur. Nişanlılık dönemi, evliliğe hazırlığın öncelikli olduğu bir dönemdir. Bu süreçte güç çatışmaları ve farklı fikirler olabilir fakat bu durum evliliğin ilk sınandığı evredir. Geleneklerimizde nişanlılığın tanımlı bir alan olarak kabul edilmesi aslında çok güzel bir uygulamadır. Bu sayede çiftler herkesin bilgisi dahilinde daha yakın bir ilişki kurar. Bu noktada artık konuşulması gereken şey evliliğin ne zaman gerçekleşeceğidir.” dedi.

Çift terapilerinin üç temel özelliği…

Evlilikte beklentilerin gerçekçi olması gerektiğini belirten Tarhan; “Evlilikte beklenti seviyesinin yüksek olması iki taraf için de en büyük çatışma alanlarından biridir. Çift terapilerinde taraflara test uyguladığımızda üç temel özelliğe özellikle dikkat ederiz. Birincisi yakınlıktan kaçınma durumudur. Yani taraflardan biri bir arada olmaktan mutlu değil mi, bundan kaçınıyor mu? İkincisi zihin okuma eğilimidir. Kişi karşı tarafın söylemediği bir şeyi söylemiş gibi varsayıyorsa yani olmayan şeyleri olmuş gibi algılıyorsa bu ciddi bir iletişim problemidir. Üçüncüsü ise beklenti seviyesidir. Gerçekçi olmayan aşırı yüksek beklentiler evlilikte büyük sorunlara yol açar. Çünkü bu durum karşı tarafı yetersizlik ve değersizlik duygusuna iter. Beklentilerin mutlaka gerçekçi olması gerekir. Bu durum nişanlılık döneminde de geçerlidir. Bazen taraflar evlilik öncesinde şu kadar altın, şu kadar eşya gibi uzun listeler sunabiliyor. Elbette bu tür şeyler kültürel geleneklerimizin bir parçası olabilir ancak evliliğin ruhuna uygun olmayan ölçüsüz beklentiler ciddi problemler doğurur. Beklentiler belirlenirken altın orta nokta kuralını gözetmek gerekir. Taraflar birbirlerine beklentilerini ve gerekçelerini açıkça anlatmalıdır. ‘Şunu bu kadar yapmamız doğru olur, bu kadarını yapmamız uygun değildir.’ gibi açıklamalar, yapıcı bir iletişim sağlar. Ancak olmaz deyip kestirip atmak, karşı tarafta haksızlığa uğrama hissi oluşturur ve küskünlüğe neden olur. Bu nedenle, ‘Çok isterim ama şu nedenlerle bunu yapamayız, gücümüz bu kadar.’ şeklinde açık, net ve ikna edici bir tutum sergilenmelidir. Böylelikle taraflar arasında ilk ilişki sınavı başarıyla aşılmış olur.” ifadelerini kullandı. 

“Evlilikle birlikte hayat senaryolarının yeniden yazılması gerekir”

Eşlerin sorunları kendi aralarında çözmeleri gerektiğini belirten Tarhan; “Kişi evlendiğinde çocukluğunda yetiştiği ortamdan getirdiği bir hayat senaryosu vardır. Hepimizin beyninde yazılı olan bu senaryolar, hayatı nasıl yaşayacağımıza dair bilinçdışı kalıplardır. Kişi evlendiğinde aslında aynı senaryoyu sürdürür fakat bu kez sahneye yeni aktörler girer. Eş, eşin anne ve babası, kardeşleri, ailesi... Bu nedenle evlilikle birlikte zihnimizdeki hayat senaryosunu yeniden yazmamız gerekir. Eğer bu senaryo güncellenmezse, kişi yeni aile üyelerini bilinçsizce yok saymaya başlar. Bu da beden diline, mimiklere yansır. Eş, bu tutumu ‘Beni istemiyor.’ şeklinde yorumlar ve karşı tavır alır. Böylece açıkça hiçbir şey söylenmese bile çatışma başlar. Bu nedenle sorunları, eşler kendi aralarında çözmeye çalışmalıdır. Eğer karı koca problemlerini aile büyüklerine yansıtmadan halledebilirlerse, büyükler de onları mutlu gördüklerinde rahat ederler. Fakat mutsuz olduklarını hissettiklerinde doğal olarak müdahale etme ihtiyacı duyarlar.” şeklinde konuştu. 

“Kıskançlık bir virüs gibidir”

Kıskançlığı bir virüse benzeten ve bağışıklık sisteminin güçlü olması gerektiğini söyleyen Tarhan; “Nebraska Üniversitesinin yaptığı bir araştırmada, mutlu evliliklerde ortak üç özellik tespit edilmiş. Birincisi eşlerin birlikte zaman geçirmesi, ikincisi takdir, övgü ve onay sözlerinin sıkça kullanılması, üçüncüsü ise çiftlerin birlikte kiliseye gitmesidir. Araştırmaya göre bu özelliklere sahip evliliklerin daha mutlu ve uzun ömürlü olduğu belirlenmiş. Bu üç unsurun ortak noktası nitelikli beraberliktir. Bizde ise özellikle takdir, övgü ve onay eksikliği dikkat çekiyor. Peygamber Efendimiz (s.a.v) de ‘Karı koca birbirinize lütufkâr davranın.’ buyuruyor. Sahih hadislerde eşlerin birbirine nezaket ve iltifatla yaklaşması gerektiği vurgulanıyor. Asr-ı Saadet’e baktığımızda, Resûlullah’ın hayatında bir ses tonunun yükseldiğini göremeyiz. Eve girerken bile kimseyi rahatsız etmemek için selam verişine dikkat ederdi. Onun ilişkileri sevgi ve saygı temelliydi. Eğer böyle bir ilişki kurulmazsa pozitif bağlar zayıflar ve yerini kıskançlık alır. Kıskançlık bir virüs gibidir tıpkı ağzımızdaki uçuk virüsü gibi. Her insanın içinde bulunur fakat bağışıklık sistemi güçlü olduğunda zarar vermez. Psikolojik sağlamlığımız yerindeyse bu kıskançlık virüsü de zararsız bir şekilde durur. Ancak psikolojik dayanıklılığımız azaldığında, bu duygular büyür ve ilişkilere zarar vermeye başlar.” dedi.

Sağlıklı ilişkinin olmazsa olmazları: Sevgi, saygı ve ilgi

Duyguların doğru kontrol edildiğinde ilişkinin sağlıklı olacağını belirten Tarhan; “Sağlıklı bir ilişkinin üç ayağı vardır. Sevgi, saygı ve ilgi. Pozitif iletişim ve iyi bir ilgi varsa aile içindeki sevgi dilleri devreye girer. Sevgi dilleri arasında ise takdir, övgü ve onay sözleri vardır. Fiziksel temas ve dokunma da bunun içindedir.  Evlilikte tarafların bu duyguları doğru şekilde kullanması ilişkinin sağlıklı yürütülmesi için kritik bir rol oynar.” diyerek sözlerini sonlandırdı. 
 

Paylaş
Oluşturulma Tarihi21 Ekim 2025