Evlilik ve eğitim iki mühim konu. Bir araya geldiğinde ortaya çıkan aile kurumu ise her gün üzerine yeni tezlerin eklendiği canlı bir organizma. Üsküdar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan psikoloji, aile ve eğitim konularında en yetkin isimlerin başında geliyor. Tarhan'a evliğin ehliyeti olmalı mı, aile içinde eğitim meseleleri gibi cevap bekleyen konuları danıştık.
Eğitim öğretim yılının başlamasıyla velilerin ödev, derse odaklanma gibi telaşları da gün yüzüne çıktı. Öncelikle ülkemizde anne babalar çocuklara karşı ödev konusunda nasıl bir tutum sergiliyorlar? Buradaki sorumluluk öğretmene mi ebeveyne mi ait?
Buradaki soru şudur: Eğitimdeki amaç çocuğu akademik bir başarıya mı yoksa hayat başarısına mı yöneltmektedir? Anne de baba da bu stratejik soruyu kendilerine sormalı.
Hayat başarısı ve akademik başarı, sosyal hayatta başarının birleşiminden meydana gelir. Aile bu ikisini bir düşünüyorsa eğitimi buna göre planlamalıdır.
Genellikle eğitimde en çok hatayı sorumsuz, ilgisiz anne babalar, yahut da çatış malı aileler veyahut da duygusal yönden çocuğunu ihmal eden ebeveynler yapıyor.
Bunlar birinci grubu oluşturuyor. Diğer bir sorunlu grup da proje çocuğu gibi yetiştiren anne ve babaların çocuklarından meydana geliyor.
Çocuğun sadece akademik başarısını hedef alan yani çocuğa hem sosyal beceri açısından deneyim vermeyi önemsemeyen ama bilgi yükleyen bir anlayış var.
Böyle bir anlayışla yetişen çocuk okulda birinci oluyor ama okul bittikten sonra hayata atıldığı zaman başarısız oluyor. Mesela bir anne çocuğuna küçük yaştan beri müzik, piyano, bale vs. öğretiyor.
Hep başarı gösteriyor. Çocuk liseyi Türkiye'de bitiyor. Ardından Amerika'da MIT Üniversitesi'nde mühendislikle ilgili bir bölüm bitiriyor. Ondan sonra çocuk birdenbire anneyi babayı reddediyor orada pizza işi yapıyor.
Şimdi bu çocuk yaşının üzerinde bir yüklenmeyle yani proje çocuk olarak ailesinin mükemmelliği hedeflediği, en iyi olması tarzında yetiştirildiği için çocuğun ruhu kaldırmıyor. Çocuk böyle bir durumda da ters role giriyor.
Anne baba onun akademik başarılarıyla gösterilen bir çocuk olmasını isterken o tamamen salaş bir çocuk olmayı tercih ediyor.
Çocuğun anne ve babanın ideallerine göre değil, anne ve babanın idealleri çocuğun yetenekleri ve toplumun, dünyanın ihtiyaçlarına göre bir yol çizmesi gerekiyor.
Genellikle de anne ve babanın kılavuzluğu burada önemli ama suyu da mecrasına bırakmak gerekiyor. Anne baba suyu mecrasına bırakmıyor, her şeye müdahale ediyor. Sonuçta bir yerden baraj patlıyor.
Bunun için anne babanın çocuğun yeteneklerine ve mizacına göre esneklikler sunması gerekiyor. Buyurgan annelik babalık modellerinde buna rastlıyoruz.
Buyurgan yani omnipotent dediğimiz ben bilirim, eski tabirle kadir-i mutlak denilen, her şey kendi kontrolünde olsun isteyen annelik babalık tarzlarında çocuklarda böyle ters role geçmeler oluyor.
Yani özetle çocuğu ödev, ders konusunda yetiştirirken önce anne baba eğitimle ilgili anlayışını sorgulasın. "Nasıl bir çocuk yetiştirmek istiyoruz?" sorusunu kendilerine sorsun.
Çocuk için sadece dünyevi başarı mı ön planda yoksa hayatın anlamıyla ilgili soyut değerlere mi ego ideali vereceğiz? Bizim eğitim sistemimizin şu anda en zayıf tarafı ego ideali verirken çocuğa hep somut ego idealleri öğretiyoruz.
Hâlbuki soyut ve hayatın anlamıyla ilgili anlam arayışıyla ilgili idealler vermemiz gerekiyor. Girişimcilik bu şekilde gelişir ve zihinsel isyanla ortaya çıkar.
BİLİNMEYEN BİR ÖLÇEK: MESAFESİZ TERK EDİŞ
Günümüzde ne yazık ki öğretmenlerin öğrencilerine, velilerin emanet olan evlatlarına psikolojik ve fiziksel şiddet uyguladığına zaman zaman şahit oluyoruz. Sizce bu durumu insanlar gibi toplumların da bilinçaltında yatan travmaların açığa çıkması olarak nitelendirebilir miyiz?
Çocuğa psikolojik ve fiziksel şiddet uygulandığı gibi özellikle okul ve ders dışında çocuğu yok saymak gibi yaklaşımlarda oluyor. Bu da bir çocuk istismarıdır ve aynı zamanda ruhsal ihmaldir.
Hatta özellikle ihmal edilen çocuklarla ilgili söylenen güzel bir tanım vardır; "mesafesiz terk ediş" diye. Yani anne baba çocuğun yanında fakat okul, ders konuları dışında hiç ilgilenmiyor çocukla.
Başka bir sosyal ihtiyaç var mı diye sorgulamıyor. Böyle bir çocuk okul başarısı açısından iyi olabiliyor ama duygusal ihmal ortaya çıkıyor. Çocuk anneyle aynı ortamda, anne çalışmıyor ama duygusal olarak mesafe var arada.
Bu da çok rastladığımız bir durum hatta bazen anneler geliyor bize: "Siz anne değil, müdire hanımsınız" diyoruz. Anne öğretmen gibi ve sabah kahvaltıları devamlı bir konferans gibi geçiyor.
Böyle bir durumda çocukta anneye karşı hem sevgi hem öfke oluşuyor. Mesela peygamberimizin hayatına baktığımız zaman şiddet hiç yok. Ama bizim kültürümüzde gelenek dinin önüne geçmiş. Bunlar kültürel bid'attır.
MUTLULUĞUN FORMÜLÜ
"4 S"
Bir konferansınızda ailenin 4S'si şeklinde bir formül verdiniz: Sevgi, saygı, sadakat, sabır. Bu dört maddeyi anne baba çocuğa kaç yaşından itibaren aşılamaya başlamalıdır? Sadakat ve sabır gibi soyut kavramları çocuk ne zaman kavrayabilir? Ve bu kavramların bilinci okul hayatına nasıl yansır?
Hz Ali'nin bir sözü var: "Çocuklarla 7 yaşına kadar çocuklaşın, oynayın. 7-15 yaş arasında çocuklarınızla arkadaş olun. 15 yaşından sonrada çocuklarınızla istişare edin." Çocuğa eşit olun ve yatay bir ilişki kurun.
Sadakat de şu açıdan önemli, aile için hep eskiden beri sevgi yuvası denir. Aslında aile sevgi yuvası değil güven yuvası. Sevgi zaten güveni arttırdığı için kıymetli ancak aldatan bir sevginin ne faydası var ki?
Olduğu gibi kişiliğini mi, kendi çıkarına bakan yönlerini mi seviyorsun? Doğru olan koşullu sevgi değildir. Güven onun için burada gelinen çekirdek nokta. Sadakat kelimesinin iki anlamı var.
Biri doğruluktur, sıdk kökünden gelir diğer anlamı da güven ihtiva eder yani bağlanmayı anlatır. Onun için doğruluk yoksa zaten bağlanma olmaz. Güveni çocuğun ruhuna işlemek istiyorsak, şaka bile olsa çocuğa yalan söylemeyeceğiz.
Anne babanın burada iyi bir rol model olması gerekiyor. Dördüncü madde sabır. Acelecilik ve sabırsızlık bu çağın hastalıklarından birisi.
Modernizmin getirdiği, kolay elde etmenin getirdiği bu çağda popüler kültürün beslediği temel meşindir.
Anı yaşa. Hiç yabancı gelmedi değil mi bu söz? Çok kullanıyoruz. Bunların aslında kullanılma amacı psikolojik olarak geçmiş ve geleceğe takılma, bugünün hakkını ver, anı yaşa değil anda yaşadır.
Doyum erteleme becerisi olmayan gençler yetişiyor şimdi. Doyum ertelemek insanı diğer hayvanlardan ayıran önemli bir psikolojik beceridir. Bu beceri doğuştan yok, öğrenilmesi gerekiyor. Çünkü hayvanda doyum erteleme gibi bir kavram yok.
Bireyler evlenmeden önce evliliğe ve aileye dair teorik bilgi edinmeli midir? Yoksa aile manevi bir kurum olduğundan karşılıklı eş ilişkisi şeklinde gelişmesi mi beklenmelidir? Annelik ve babalığın okulu olur mu?
Çocuk okula başlarken okul olgunluğu olması gerekir ki okulla uyum sağlasın. İnsan evlenirken evlilik olgunluğu varsa uyum sağlayabilir. Olgunluk yoksa bu sefer evde iletişim kurmayı bilemeyen iki genç oluyor.
Evlilik olgunluğunun öğretilmesi gerekiyor. Evlilik olgunluğu test olarak ölçeği var. Buna göre evliliğe hazırdır veya değildir diyebiliyoruz. Mesela testlerden birisinin soruları şöyle, eşinin annesi ve babasını kendi annen baban gibi görebiliyor musun?
Eğer bir kimse bunu içinde hissede m i yorsa evlilik olgunluğu yoktur. Onun için evlilik olgunluğunun en önemli şeyi biz bilincinin oluşmasıdır. Tek başına mı kamını doyuruyor yoksa eşi de aklına geliyor mu önemli bir soru.
Bir kişilik değil iki kişilik düşünebiliyor mu? O nedenle evlilik sorumluluğunu taşımayan kimsenin evlenmemesi daha iyidir. Bu yüzden evlilik olgunluğunun öğretilmesi gerekiyor.
Okul olgunluğu gibi evlilik olgunluğu da evlilik öncesi bunu bir araba ehliyeti gibi nasıl ehliyetsiz araba kullanmak tehlikeli, riskli, ehliyetsiz kişilerin evlenmesi de sakıncalı.
Evliliğin ehliyeti olmalı. Bunun ehliyeti "ben evliliğe hazırım" beyanı üzerine olmamalı. O testleri sahtece bile doldursa okuduğu zaman o soruyu kendine sorması bile eğitimdir.
Mesela böyle online test uygulama fikri şu an aklıma geldi. Hakikaten bir yazılım yapılır, bütün evlenecek kişiler bu yazılıma girerek testi doldur belli bir puanı alırsa sürece devam eder.
TÜRK DÜŞÜNCE VE AİLE YAPISI ÇOK FEODAL"
Şimdi Avrupa bireyselleşme açısından bir uçta, Türkiye öbür uçta. Mesela bir çocuk yürümeye başladı diyelim batı tipi bir anne ne yapıyor çocuk koltuğa çıkmaya çalıştığında ilgilenmiyor kendin çık, sen yaparsın diyor.
Çocuk düşüyor yaralanıyor, ağlıyor ama çıkıyor. Çıkınca da "ben yaptım* diye muzaffer komutan gibi sevinç hissediyor, çocuğun bireyselleşmesine katkı sağlıyor. Fakat bu sefer anne-çocuk bağı zayıf oluyor.
Ondan sonra çocuk özellikle ergenlikten sonra bireyselleşme adı altında sorumsuzlaşmaya başlıyor. Bu çatı altında kopuyor aileden. Bizde de çocuk çıkmaya çalışıyor. Anne hemen yanına geliyor aman düşme diyor al iyor, tutuyor onu çıkartıyor.
Sonra çocuk çıkmanın tadını alıyor ama ben yaptım duygusu gelişmediği için bireyselleşemiyor. Her şeyi başkalarından bekleyen bireyselleşmemiş bir kişi oluyor. Bizdeki düşünce ve aile yapısı çok feodal.
Bu özellik nedeniyle aile bağları çok iç içe. Böyle bir durumda bireyselleşme engelleniyor. Batıda da özgürleşme alanında çok benmerkezcilik hakim. Bireyselleşme ne egoizm nede feodal aile yapısı, ikisinin ortasında olmalı.
Çünkü batı toplumundaki bu yetiştirme tarzı nedeniyle yalnızlık oranı arttı. İngiltere'de Yalnızlık Bakanlığı kuruldu. 65 yaşın üstünde 9 milyon kişi yalnız yaşıyor.
Röportaj: Elif Sayar
Aysha Dergisi/Ekim
Okunma : 18347