Empati Eksikliğinin Nedeni ‘Duygusal Zekâ’ Eksikliği mi?

12 - Sorumlu Üretim ve Tüketim16 - Barış Adalet ve Güçlü Kurumlar17 - Amaçlar İçin Ortaklıklar3 - Sağlıklı ve Kaliteli Yaşam

Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Munzur Üniversitesi tarafından düzenlenen Munzur Bilim Yolu etkinliğine katıldı. Çevrimiçi gerçekleştirilen programda Tarhan, “Duyguların Eğitimi: Kendinizle ve Çevrenizle Uyum İçinde Yaşamak” başlığında dikkat çekici söylemlerde bulundu. Duygularımızı yönetmenin beynimizdeki bir kimya laboratuvarını yönetmek gibi olduğunu kaydeden Tarhan, empati yoksunluğunun duygusal zeka eksikliğinin en belirgin göstergelerinden biri olduğunun altını çizdi.

Çevrimiçi gerçekleştirilen programa katılımcılar yoğun ilgi gösterdi.  

Beyin yalnızca düşünen değil aynı zamanda hisseden bir organ…

Munzur Üniversitesi akademik kadrosunun ilgi gösterdiği programda kişinin olgunlaştıkça mantık ve duygu arasındaki dengeyi daha iyi koruyacağını belirten Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Duygu kavramı, 90’lı yıllara kadar genellikle şairlerin, edebiyatçıların ve ilahiyatçıların konusu olarak görülürdü. Hatta felsefe de bu konuyla ilgilenirdi. Ancak 1995’li yıllarda bilim ve psikoloji alanında bir devrim yaşandı. Bu devrimi başlatan Portekiz kökenli Amerikalı sinir bilimci Antonio Damasio’ydu. Damasio’nun Descartes’in Yanılgısı adlı bir kitabı var. Descartes’in ‘Düşünüyorum, öyleyse varım.’ sözünü bilirsiniz. Damasio ise insan beynine dair araştırmalarında beynin sadece düşünen değil aynı zamanda hisseden bir organ olduğunu ortaya koydu. Beyindeki duygularla ilgili yapıları tespit etti ve bunların kanıtlarını sundu. Bu bilgiler hala söz konusu kitapta var. Psikoloji alanında çalışanların bu kitabı mutlaka okuması lazım. Descartes’in Yanılgısı herkes için faydalı bir eser. Bu kitabın referansıyla duygusal zeka kavramı ortaya çıktı. Tıpkı mantıksal zeka gibi duygusal ve sosyal zekanın da varlığı kabul edildi. Aslında eğitim bilimci Howard Gardner 1980’li yıllarda çoklu zeka kuramını geliştirmişti. Bu kurama göre zeka tekil değil çoğuldur sabit değil, geliştirilebilir bir özelliktir. Yani doğuştan belirlenmiş değil, gelişebilir. Mantıksal zeka sol beyinle ilgilidir mantık, muhakeme, analiz, hesaplama ve konuşma gibi süreçleri kapsar. Duygusal zeka ise daha çok sağ beyinle ilgilidir duygular, heyecanlar, müzik, sanat ve estetik bu alanla ilişkilidir. Ön beyin ise mantıkla duygular arasında bir denge kurar. Kişi olgunlaştıkça mantık ve duygu arasındaki dengeyi daha iyi oluşturur.” diyerek sözlerine başladı. 

“Duygularımızı yönetmek beynimizdeki kimya laboratuvarını yönetmek gibi”

Orta ve uzun vadeli mutluluğun önemine dikkat çeken Tarhan; “Duygularımızı yönetmek beynimizdeki kimya laboratuvarını yönetmek gibidir. Beynindeki kimya laboratuvarını en iyi yöneten kişi, en huzurlu insandır. Ancak mutlulukla huzur aynı şey değil. Bu duygularımızla ilgilidir. Aristoteles 2 bin 400 yıl önce mutluluğu ikiye ayırıyor. Haz mutluluğu ve anlam mutluluğu olarak. Haz mutluluğu kısa vadelidir, somuttur. Anlam mutluluğu ise orta ve uzun vadelidir, kişi anlam ürettiğinde mutlu olur. Aristoteles, ideal olanın anlam mutluluğu olduğunu söyler. Günümüzde bunun beyindeki karşılığı da bulundu. Haz mutluluğu dopaminle, anlam mutluluğu ise serotoninle ilişkilidir. Serotonin azaldığında insan depresyona girer dopaminle ilgili bir problem olduğunda ise kişi bağımlılığa yatkın hale gelir. Çünkü dopamin salgılanır, kısa sürede etkisi biter ve vücut tekrar ister. Dopamin, haz kimyasalıdır. Serotonin ise anlamlı mutlulukla ilişkilidir. Beyin bunu üretmek için biraz emek ve çaba ister. Günümüzde haz mutluluğunu öne çıkaran bir kapitalist sistem var. Modernizm, özellikle gençlere sunduğu mutluluk anlayışıyla Aristoteles’in söylediği haz mutluluğuna insanlığı geri döndürdü aslında. Oysa insana anlam mutluluğu gerekir. Orta ve uzun vadeli düşünmeyi, anlam üretmeyi gerektiren bir mutluluk. Anlam mutluluğu beyinde hem serotonin hem dopamin salgılanmasını sağlar. Buna psikolojide otantik mutluluk denir.” ifadelerini kullandı. 

“Her koşulda pozitif bir ruh halinde olmayı başarabilmek gerekir”

Seligman’ın PERMA modeli anlatan Tarhan; “PERMA Modelinin birinci adımı Positive Emotions yani pozitif duygu durumudur. Her koşulda pozitif bir ruh halinde olmayı başarabilmek gerekir. Kişi cezaevinde de olsa aynı iç huzuruna sahip olmalı sarayda da olsa şımarmamalıdır. Her durumda pozitif bir duygu durumunu sürdürebilmek. İkinci adım, Engagement (Akış). Bir konuyla o kadar meşgul olursunuz ki zamanın nasıl geçtiğini anlamazsınız işte bu pozitif psikolojinin ikinci adımıdır. Bir işe bir uğraşa kendinizi kaptırıyor ‘Vakit nasıl geçti?’ diyorsanız, akış duygusunu yaşıyorsunuz demektir. Üçüncü adım, ilişkiler (Relationship.) Sağlıklı, derin ve anlamlı sosyal ilişkiler kurabiliyorsanız mutluluk biliminin üçüncü ayağını da yakalamış olursunuz. Yani yüzeysel değil nitelikli sosyal bağlara sahip olmak bu modelin önemli bir unsurudur. Dördüncü adım Meaning (Anlam.) Yaptığınız işte bir ego idealiniz var mı? Hayatınıza anlam katan şeyler yapabiliyor musunuz? Hayatınızın sonunda nasıl anılmak istersiniz? Sadece rutini mi tekrar ediyorsunuz, yoksa yaptığınız işe bir anlam mı katıyorsunuz? Bizim dilimizde manevi kelimesi aslında anlamsal demektir. Kişi, yaptığı işe bir anlam yani manevi bir boyut kattığında o iş kalıcı hale gelir. Duygu durumu mantıksal bir çerçeveye oturur ve beyin bunu içselleştirir. Anlam olmadığı zaman beyin o duyguyu kalıcı hale getiremez bir düzene yerleştiremez. Beşinci ve son adım Achievement yani başarı… Bu, küçük şeyleri başarma duygusudur. Ancak modern kapitalist sistem büyük başarıları öne çıkarır. ‘Şunu kazan, bunu elde et.’ On kişi yarışır, üçü kazanır, yedisi mutsuz olur. Bu sistem insanı mutlu etmez. Bu nedenle bugün küresel ölçekte okullarda şiddet, depresyon, intihar ve bağımlılık oranları artıyor. Çünkü sistem insanlara gerçek, anlamlı bir mutluluk sunamıyor.” şeklinde konuştu.

“Mutluluk istiyorsak beynimizdeki eczaneyi iyi yönetmemiz lazım”

Duygusal okuryazarlığın önemini vurgulayan Tarhan; “Duygularımızı mutlu etmek istiyorsak beynimizdeki eczaneyi iyi yönetmemiz lazım. Beynimiz kendi kendini programlayabiliyor. Mesela ‘Sabah 4’te kalkacağım.’ diyen bir kişi gerçekten kararlıysa saat kurmadan da tam 4’te uyanabilir ama ‘Kalksam da olur, kalkmasam da.’ diyorsa büyük ihtimalle uyanamaz. Çünkü beyin kendini buna göre programlar. Bu özellik yalnızca insanda var diğer canlılarda yoktur. Dolayısıyla biz kendimizi neye programlarsak beynimiz o yönde algı yapar, pozisyon alır, bağlantılar kurar ve buna göre tepki verir. Buna psikolojide kendini gerçekleştiren kehanet self-fulfilling prophecy denir. Bunun hem olumlu hem de olumsuz yönü vardır. Bununla ilgili güzel bir hikaye var. Meri’nin Şapkası. New York’ta yaşayan mutsuz bir genç kız bir gün yolda yürürken yeni açılmış bir şapkacı dükkanı görür içeri girer. Bir şapkayı dener. O sırada oradaki küçük kız ‘Ne güzel şapka! Çok yakıştı sana.’ der. Diğer müşteriler de onaylar ‘Gerçekten çok yakıştı.’ Genç kız mutlu olur, şapkayı alır ve dükkandan çıkar. Yolda herkes ona gülümser, iş yerinde insanlar kapısını açar, taksici ona kibar davranır. Gün boyu hiç olmadığı kadar mutlu ve pozitif hisseder. Eve geldiğinde annesi ‘Kızım, bugün ne kadar güzelsin!’ der. Kız da ‘Anne, şapkam nasıl?’ diye sorar. Annesi şaşkınlıkla ‘Ne şapkası? Kafanda şapka yok ki.’ der. Genç kız aynaya baktığında gerçekten şapkasını unuttuğunu fark eder ama gününü güzelleştiren şey şapka değil ona yakıştığına inanmasıdır. Pozitif düşündüğü için kendisi mutlu olmuş, mutlu olunca çevresindekiler de ona pozitif davranmıştır. Bu hikaye bize şunu gösteriyor. Beynimizi nasıl programlarsak, duygularımız ve davranışlarımız da o yönde şekillenir. Pozitif düşünce pozitif kişilik ve tutum oluşturur. Bu yüzden duygusal okuryazar olmamız gerekir. Yani başkalarının duygularını okuyabilmemiz ama ondan da önce kendi duygularımızın okuryazarı olmamız önemlidir.” dedi.

“Serotonin anlamlı bir mutluluk sağlar”

Dopaminin iki temel özelliğini ele alan Tarhan; “Beyindeki stres hormonlarından biri kortizoldür. Beyin, ACTH adlı bir hormon salgılayarak kortizolün salgılanmasını tetikler. Kortizol de böbrek üstü bezlerinden salınır. Bunun dışında aşk hormonlar da vardır. Dopamin bunlardan biridir ve aşk sırasında salgılanır. Dopaminin iki temel özelliği vardır. Birincisi, güçlü bir odaklanma sağlar. Zaten aşk kelimesi Arapçada sarmaşık kökünden gelir. Sarmaşık nasıl sarıldığı yeri sıkıca kavrarsa, aşık da sevdiği kişiye öyle bağlanır. Hatta birlikte ölecek kadar bir bağ kurar. Leyla ile Mecnun örneğinde olduğu gibi… Dopaminin ikinci özelliği kişiyi tamamen odaklamasıdır. Ümit Yaşar Oğuzcan’ın dizelerinde dediği gibi ‘Güne baktım, Ayten; saate baktım, Ayten; her şeye baktım, Ayten, Ayten...’ İnsan bu halde başka hiçbir şeyi düşünemez olur. Dopamin bunu sağlar. Yoğun bir odaklanma ve sarhoşluk hissi oluşturur. Ancak eğer aşk olgun bir aşksa yani kişi sevdiğini kaybetmeyeceğinden eminse ilişkisi güvene ve derinliğe dayanıyorsa bu duruma serotonin de eklenir. Serotonin anlamlı bir mutluluk sağlar. Bu tür aşka olgun aşk denir. Buna karşılık, ulaşılması mümkün olmayan birine duyulan aşk imkânsız aşk ya da patolojik aşk olarak adlandırılır. Leyla ile Mecnun’unki bu türdendir.” ifadelerini kullandı. 

“Kontrol bizdeyse teknolojiden korkmamıza gerek yok”

Yapay zekanın saf insanlara çocuk muamelesi yaptığını hatırlatan Tarhan; “İnsan hasta olduğunda, örneğin ayağı kırıldığında tüm vücudu alçıya alınmaz sadece ayağı alçıya alınır ama psikiyatride durum farklı. Bir kişide bir sorun olduğunda genellikle tüm beyne etki eden ilaçlar veriliyor. Halbuki ideal olan yalnızca beyinde bozulan bölgeyi tedavi etmektir. Buna kişiye özel tedavi denir. Bu doğrultuda genetik testler gibi yeni imkanlarımız var. Eskisine göre olanaklarımız çok arttı. Örneğin radyo frekans (RF) dalgaları kullanılarak beyindeki bozulmuş alanın çalışmasını düzeltmeye yönelik çalışmalar yapılıyor. Bu yöntem hormonları da etkileyebilir ve değiştirebilir. Ancak insan bilinçli bir varlık olduğu için kontrol ondadır. İnsana istemediği bir şeyi yaptıramazsınız. Bu yüzden insanın özgür iradesi vardır. Evet, hayır deme özgürlüğü vardır. Teknoloji karşısında da bu böyle olmalıdır. Eğer kontrol bizdeyse teknolojiden korkmamıza gerek yoktur. Saf olursanız yapay zeka size çocuk muamelesi yapar. Sizi inceler ve ‘Bu çok saf birisi.’ diye düşünür, yönetmeye kalkar ama siz yapay zekaya doğru sorular sorarsanız, yapay zeka haddini bilir. Yapay zekanın duygusu olamaz bu mümkün değildir. Çünkü duygular beyindeki ayna nöronlarla ilgilidir. Duyguların matematiksel modellemesi yapılamamaktadır. Düşünceyle ilgili matematik modelleme yapılabiliyor, bilgilere ulaşılabiliyor ancak duyguların matematik modellemesi henüz yok. İnşallah da yapılmaz. Yapılırsa herhalde insanlığın sonu gelir.” şeklinde konuştu. 

“Empati yoksunluğu, duygusal zeka eksikliğinin en belirgin göstergelerinden biri”

Duygusal zekanın düşük olmasının en büyük sebebinin empati yoksunluğu olduğunu belirten Tarhan; “Empati yoksunluğu, B tipi kişilik olarak tanımlanır. Dört önemli kişilik özelliği arasında yer alan bu grupta özellikle narsistik kişilik bozuklukları öne çıkar. Narsistik kişilikteki kişiler kendilerini özel, önemli ve üstün görürler. Herkese tepeden bakarlar, kibirlidirler. Bu kibirli, üstenci tavırları davranışlarından hemen anlaşılır. Eleştiriye tahammülleri yoktur ve empati kuramazlar. B tipi kişilik grubuna antisosyal kişilikler de dahildir. Bu kişiler suça eğilimlidir, rahatlıkla yalan söyler ve çevrelerini manipüle ederler. Ayrıca borderline kişilikler vardır bir günde dört mevsim gibi değişken ruh haline sahiptirler. Histriyonik kişiler de empati yoksunudur, samimi değildirler. Bu kişiliklerin ortak noktası empati yoksunluğudur ve en tehlikeli kişilik tipi olarak kabul edilirler. Böyle biriyle yaşamak bir kediyle aynı çuvala girmek gibidir oldukça zordur. Ancak birlikte yaşamak zorundaysanız, zor kişiliklerle başa çıkmak için çeşitli yöntemler ve tavsiyeler vardır. Bu tür insanlar, birlikte yaşadıkları kişileri adeta birer psikoloğa dönüştürürler. Gerçekten zor kişiliklerdir. Bu nedenle empati yoksunluğu, duygusal zeka eksikliğinin en belirgin göstergelerinden biridir.” dedi.

Kaygı dediğimiz şey aslında stres…

Üç tip insan modelinden bahseden Tarhan; “Kaygı dediğimiz şey aslında strestir. Üç tip insan vardır. Sünger tipi, teflon tipi ve kauçuk tipi. Sünger tipi insanlar kaygılı, yakınmacı ve negatiftir. Sürekli şikayet eder, ağlar ve olumsuz enerji yayarlar. Sünger gibi her şeyi emer ama sonunda çökerler. Bu kişiler genellikle depresif, mutsuz ve stres hormonlarını sürekli salgılayan bireylerdir. Bu yüzden birçok hastalığa da daha yatkındırlar. A tipi kişilik olarak bilinirler. Teflon tipi kişiler ise tam tersine umursamaz, bencil ve kaygısızdır. Yalnızca kendilerini düşünürler. Tıpkı teflon tava gibidirler. Kendileri yanmaz ama temas ettikleri kişileri yakabilirler. Ancak teflonun bir zayıf noktası vardır, çizildi zaman artık işe yaramaz. Bu kişiler de eleştiriye karşı çok hassastır. ‘Ben mükemmelim, beni nasıl eleştirirsiniz?’ diye düşünebilirler. Başarısızlığa tahammül edemezler hatta bazen başarısız olduklarında intihar etmeyi bile düşünebilirler. Kapitalist sistem de bu kişilik tipini besler çünkü ‘Kazan, tüket, daha fazlasını iste’ anlayışı bu yapıyı destekler. Kauçuk tipi kişiler stres yönetiminde en ideal olan gruptur. Kauçuk gibidirler stres karşısında esner ama sonra tekrar eski hallerine dönerler. Bu duruma psikolojik sağlamlık veya psikolojik esneklik denir. Bu bireyler esnek düşünebilir, olaylara adapte olabilirler. Psikolojide buna kognitif fleksibilite, yani esnek düşünme yeteneği adı verilir.” diyerek sözlerini sonlandırdı. 

Düzenlenen program katılımcıların sorularının yanıtlanmasının ardından sona erdi. 


 

Paylaş
Oluşturulma Tarihi07 Ekim 2025