Dijitalleşen Dünyada Zihinsel Sükûnet Mümkün Mü?

11 - Sürdürülebilir Şehirler ve Topluluklar12 - Sorumlu Üretim ve Tüketim16 - Barış Adalet ve Güçlü Kurumlar17 - Amaçlar İçin Ortaklıklar3 - Sağlıklı ve Kaliteli Yaşam4 - Nitelikli Eğitim

Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Rami Kütüphanesinin düzenlediği Rami Psikoloji Konuşmaları kapsamında “Dijitalleşen Dünyada Zihinsel Sükûnet Mümkün Mü?” başlıklı söyleşiye katıldı. Yenilikçi ve girişimci olmak isteyen kişilerin zamanının %15’ini düşünce üzerinde düşünmeye ayırması gerektiğine dikkat çeken Tarhan, zihinsel sükûnetin anlam networkünün aktif hale gelmesiyle mümkün olduğundan bahsetti. Dijital dünyayla kurulan ilişkilerin sessizlik zamanı olmadığını belirten Tarhan, sanal medyada sessizlik işareti gibi görünen bir gürültü olduğunun altını çizdi.  

“Dijitalleşen dünyada zihinsel sükûnet mümkün mü?” başlıklı söyleşi Gazeteci Şaban Özdemir moderatörlüğünde Rami Kütüphanesinde gerçekleşti. 

İlginin yoğun olduğu buluşmaya seçkin bir katılımcı grubu katıldı. 

Zihinsel kuluçka dönemi, %15 kuralıyla oluyor…

Yenilikçi ve girişimci olmak isteyen kişilerin zamanının yüzde 15’ini düşünce üzerinde düşünmeye ayırması gerektiğine dikkat çeken Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Beynimizin sessiz koridorları var ancak modern yaşam bize bunu pek kullandırmıyor. Oysa yenilikçilik ve girişimcilikle ilgili önemli bir kural var: %15 kuralı. Buna göre bilişsel olarak yenilikçi ve girişimci olmak, yeni bir şeyler ortaya koymak isteyen bir kişinin zamanının %15’ini düşünce üzerine düşünmeye ve yaptığı iş hakkında derinlemesine kafa yormaya ayırması gerekiyor. Yani sürekli rutine koşmak, telaş içinde hareket etmek yerine bu zamanı ayırdığında ne oluyor? Kişi yaptığı işin felsefesini düşünmeye başlıyor. Bu şekilde düşündüğü zaman beynin o sessiz koridorlarında dolaşıyor ve işte tam o anda ilham geliyor. Sezgisel ama aynı zamanda rasyonel bir sezgi ortaya çıkıyor. Bu durum, Arşimet’in hamamda buluş yapmasının ya da Newton’un ağacın altında dururken birdenbire parlak bir fikre ulaşmasının tesadüf olmamasını açıklıyor. Buna zihinsel kuluçka deniyor. Yani beynin bir kuluçka dönemine girmesi söz konusu.” şeklinde konuştu.

“Zihinsel sükûnet, anlam networkünün aktif hale gelmesiyle mümkün”

Default mode networkü aktif olduğunda beynin serbest çalıştığının altını çizen Tarhan; “Beyinde ‘default mode network’ adı verilen bir ağ var.  Bu varsayımsal ağ demek. Bir bilgisayarı resetlemek istediğinizde onu varsayılan moda alır, sıfırlar ve ardından yeni programlar yüklersiniz beynimizde de default mode network benzer bir işlev görüyor. Bu ağ beynin adeta otomatik pilotu gibi çalışıyor. Aynı zamanda buna ‘anlam network’ü de deniyor. Bu network aktif olduğunda beyin serbest çalışıyor. Dış uyaranlara kendini kapatıyor ve tamamen iç anlam dünyasında faaliyet göstermeye başlıyor. İnternete girip bakıldığında görülebileceği gibi DMN yani default mode network, beynin otomatik pilotu olarak kabul ediliyor. Beynin o sessiz koridorları dediğimiz durumda çalışması da tam olarak buna karşılık geliyor. İşte bu durum kişinin bir nevi iç keşif yolculuğuna çıkması, kendini tanıması, kendini geliştirmesi ve yenilemesi için bir alan ve bir periyot oluşturuyor. Zihinsel sükûnet dediğimiz şey de beyindeki bu networkün aktif hale gelmesiyle mümkün oluyor.” dedi.

İnsan iyi ve kötüye hazır hale geldiğinde gerçek huzura ulaşır…

Pozitif psikolojinin insanın kendi zihnini onarmayı başarmasını ifade ettiğini belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Huzur kelimesini pozitif psikoloji dediğimiz alanda ele alıyorum. Pozitif psikoloji halk arasında çoğu zaman mutluluk bilimi olarak biliniyor aslında resmi adı pozitif psikoloji. Bu alanın dünyadaki ilk kongresi 2009 yılında yapıldı. O kongre gerçekleştiğinde; ‘Bu nedir, teorik temeli nedir?’ diye araştırmaya başladım. Araştırdığımda bu çalışmalar Mevlâna’dan, Doğu bilgelerinden, Anadolu irfanından alınmış. Bu kadim bilgileri sistematize etmişler, bir metodoloji geliştirmişler ve bir bilim dalı haline getirmişler. ‘İyi ki yapmışlar.’ dedim. Aslında bu bizim bir kusurumuz. Biz yapmadığımız için başkaları bunu yapıyor. Bunun üzerine ‘Mesnevi Terapi, Yunus Terapi, Aşk Terapi’ gibi çalışmalar yapmaya çalıştım. Pozitif psikolojiyle ilgili yazdığım kitap da Türkiye’de bu alandaki ilk eserlerden biridir. 2010’lu yıllarda kaleme alındı. Bütün bunlar aslında insanın kendi zihnini onarmayı başarmasını ifade ediyor. Mesela pozitif psikolojide ‘otantik mutluluk’ diye bir kavram var. İngilizcede huzur kelimesinin tam bir karşılığı yok. ‘Peace’ daha çok barış anlamında kullanılıyor. Bunun yerine ‘otantik mutluluk’ kavramını öne çıkarmışlar. Otantik saf, halis mutluluk demek. Türkçede ise otantik mutluluğun karşılığının, ‘huzur’ kelimesi olduğunu gördüm. Huzur, mutluluktan farklı bir kavram. Arapça kökenli ve ‘hazır olmak’ anlamına geliyor. Mesele insanın sürekli mutlu olması, hep pozitif şeyler düşünmesi değil. Hem olumluyu hem olumsuzu düşünecek, her ikisine de hazır olacak bir hayat biçimi oluşturmasıdır huzur. Başka bir ifadeyle insan sadece iyiye değil, kötüye ve olumsuz durumlara karşı da kendini hazır hale getirebildiğinde gerçek anlamda huzura ulaşır.” ifadelerini kullandı.

“Sanal medyada sessizlik işareti gibi görünen bir gürültü var”

Dijital mecralarda seçici olmak gerektiğinden bahseden Tarhan; “Dijital dünyayla kurulan ilişkiler, sessizlik zamanı değildir. Çünkü orada beyin sessiz değildir. Sessiz zaman dediğimiz şey kişinin kendi kendisiyle konuştuğu, iç gözlem yaptığı ve önce bir iç keşif yolculuğuna çıktığı anlardır. Dijital ortam ise buna imkân tanımaz. Biz buna sosyal medya diyoruz ama aslında pek de sosyal değildir; sanal medyadır. Sanal medya demek gerçekçi demek değildir. Mesela dijital ortamda bir hesaptan başka bir hesaba EFT ile 10 bin dolar aktarıyorsunuz. Bu eylem sanaldır ama sonucu sanal değildir; gerçek anlamda 10 bin dolar gitmiştir. Göndermişsinizdir. Aynı durum sanal medyadaki ilişkiler için de geçerli. ‘Sanal medyada bir ilişkim var.’ diyoruz ama orada bir bilgiyle karşılaşıyorsunuz. O bilgiyi beyninize alıyorsunuz ve iş bitiyor. Artık o bilgi sanal değildir. Beynin içine girmiştir. Sanal medya sessizlik işareti değildir, tam tersine sessiz gibi görünen bir gürültü vardır orada. Bu durum bizi ciddi şekilde yanıltır. Bazı fabrikalar vardır, iyi izole edildikleri için dışarıdan ses gelmez ama içeride arılar gibi çalışırlar. Sanal medya da buna benzer. Dijital ortamdaki bilgi, beyni çok yoğun biçimde çalıştırır ve aktive eder. Kişiyi sahte bir dünyanın içine sokar ve orada etkiler. Bu nedenle dijital mecralarda seçici olmak gerekir. Filtrelemek çok önemlidir. Eğer filtrelemeyi başarırsak, dijital platformlar bizi hedefimize götürmede işimizi kolaylaştırır. Yapay zekâ da böyledir. Hedefimize yönelik kullandığımızda, son derece etkili ve faydalı hale gelir.” şeklinde konuştu.

“Dijitalleşme bu çağın ebeveynlik tarzını köklü biçimde değiştirdi”

Bilgi hızlı tüketildiği için bireyin sürekli olarak kendisini yenilemesi gerektiğine değinen Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Dijitalleşme bu çağın ebeveynlik tarzını köklü biçimde değiştirdi. Gençlerde bilgi tüketim hızı ciddi şekilde arttı. Eskiden bir bilgi 10, 20 hatta 30 yılda tüketilirken bugün bu süre yaklaşık 3 yıla indi. Bilgi bu kadar hızlı tüketildiği için bireyin sürekli kendini yenilemesi gerekiyor. Bu yenilenme sürecinde dijital araçlar amaca yönelik kullanılırsa, kişinin işini kolaylaştırır ve hızlandırır. Bu yönde bir gidişat olduğu görülüyor. Ancak dijital ortamlar sadece eğlence amaçlı kullanıldığında bu durum ciddi sorunlara yol açabiliyor. Eğlence de elbette bir psikolojik ihtiyaçtır; bir insan gününün yaklaşık yüzde 20’sini eğlenceyle ilgili faaliyetlere ayırabilir. Ancak bu oran yüzde 20’yi geçmemelidir. Dijital ve sanal ortamlar kalan zamanlarda mutlaka kişinin mesleğine, hedeflerine, dersine, okuluna ve gelişimine yönelik olarak kullanılmalıdır. Eğlence ve keyif amaçlı kullanım, sınırlı ve kontrollü olmalıdır. Çocuklar konusunda ise dünyada bu alanda ciddi düzenlemeler yapılmaya başlandı. İlk adımı Avustralya attı; Türkiye’de ise bu konuda araştırmalar sürüyor. Avrupa’da da benzer uygulamalar hayata geçirildi. Bazı ülkelerde 13, 14 hatta kimi yerlerde 15 yaşın altındaki çocukların sosyal medya hesabı açması yasaklandı. Kuzey Avrupa ülkelerinde ise çok daha erken bir sınır getirildi. Bu ülkelerde 3 yaşına kadar çocukların eline tablet ve akıllı telefon verilmesi yasaklandı.” dedi.

“Yapay zekâ, kullanıcının duruşuna göre pozisyon alır”

Yapay zekânın insan beyninin çalışma biçimini neredeyse bire bir taklit ettiğinin altını çizen Tarhan; “Geleceğin psikoloğu, yapay zekâyı iyi kullanan psikolog olacak. Aslında bu durum her meslek grubu için geçerli ancak bir psikolog yapay zekâyı doğru ve etkili kullanırsa, hastalarını çok daha başarılı bir şekilde tedavi edebilir. Yapay zekâyı iyi kullanmazsa bu kez hastalarının oyuncağı haline gelir. Mesela yapay zekâya gidip soru sorduğunuzda eğer orada çocuk gibi davranırsanız yapay zekâ size anaç bir tavırla yaklaşır. Küçük çocuk muamelesi yapar. ‘Bu kişi hiçbir şeyden anlamıyor.’ gibi bir değerlendirme yapar ve sizi yönlendirmeye başlar. Yani yapay zekâ, kullanıcının duruşuna göre pozisyon alır. Matbaa insanlık tarihinde nasıl büyük bir devrim yaptıysa, yapay zekâ da benzer bir dönüşümü gerçekleştiriyor. Hatta şu anda bunu zaten yapıyor. Bundan kaçınmamız mümkün değil. Bu gerçekten çok çarpıcı bir durum. Çünkü yapay zekâ, insan beyninin çalışma biçimini neredeyse bire bir taklit ediyor.” ifadelerini kullandı.

“Şüphe virüsünün ilişkiye girmemesi gerekiyor”

Güven zayıfladığı anda ilişkide başka sorunların ortaya çıktığından bahseden Tarhan; “Açık, şeffaf ve hesap verebilir ilişkilerde dijitalleşme güveni pekiştiriyor. Ancak hesap verebilir olmayan bir ilişkide kişi eve geldiği zaman hesabının şifresini kapatıyor, gizliyorsa bu durum güveni zayıflatıyor. Güven zayıfladığı anda ilişkide başka sorunlar da ortaya çıkıyor. Oysa saygılı ilişkilerde, güven oluştuktan sonra şifreyi saklasan da saklamasan da belli bir aşamadan sonra bu konu mesele olmaktan çıkıyor. İnsan artık fazla sorgulamıyor. Ancak ilişkinin en başında o noktaya gelmeden önce şüphe virüsünün ilişkiye girmemesi gerekiyor. Çünkü şüphe, bir virüstür. Yalan söyleyen kişiler için de durum böyledir. Eğer bir insan yalan söylüyorsa, kötülüklerin kapısını açan şey de yine yalandır. Bütün kötülükleri bir odaya doldursanız kapısını yalan açar. Bu nedenle bir anne babanın çocuğuna öğreteceği en önemli değerlerden biri, yalan söylememektir. Yalan söylememeyi bir ahlaki değer olarak çocuğa kazandırmak gerekir.” şeklinde konuştu.

 

Paylaş
Oluşturulma Tarihi16 Aralık 2025